28 Şubat 2009 Cumartesi















Köprübaşı’nın Genç Bilim Adamlarından Prof. Dr. Ahmet Ayar

M.NİHAT MALKOÇ

Şehirler, içinden çıkan değerlerle büyürler ve geniş kitlelerce tanınırlar. Köprübaşı da içinden çıkardığı birbirinden kıymetli şahsiyetlerle Türkiye tarafından tanınmış bir yerdir. Köprübaşı büyük bir potansiyeli içinde saklayan müstesna bir ilçedir. Bu küçük şehir bugüne kadar nice büyük değerler yetiştirip Türkiye’nin ve bütün insanlığın hizmetine sunmuştur. Adnan Kahveci ve Vali Recep Yazıcıoğlu bunlardan sadece ikisidir. Bu değerleri tanımalı ve bir Köprübaşılı olarak onlarla daima gurur duymalıyız. İşte o mümtaz değerlerden biri de benim de çok sevip saydığım, takdir ettiğim bir bilim adamı olan Prof. Dr. Ahmet Ayar’dır.

Ahmet Ayar, 1969’da Köprübaşı’nın bugünkü adıyla Gündoğan Köyü’nde doğmuştur. Yani o, bugün itibariyle 40 yaşında genç bir bilim adamıdır. Köprübaşı’nda uzun yıllar görev yapan müezzin Ali Ayar’ın oğludur. Amcası Mustafa Ayar da Köprübaşı Merkez Kur’an Kursu’nda uzun yıllar hizmet yaparak büyük hafızlar yetiştirmiştir. Ahmet Ayar, sırasıyla Köprübaşı Merkez İlkokulu’nu, Köprübaşı Ortaokulunu ve Köprübaşı Lisesi’ni bitirmiştir.

Onunla aynı yıllarda Köprübaşı Lisesi’nde okuduk. Benden iki sınıf ilerideydi. Çok çalışkan bir kişi olduğu o yıllarda kendini belli ediyordu. Bizim Köprübaşı’nda oturup da bu topraklarda karın doyurmak kolay bir iş değildir. Okumaktan başka çaresi yoktu. Üniversite sınavında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini kazandı. Başarılı bir öğrencilik hayatından sonra bu bölümü 1991’de bitirdi. Fakat onun yeri burası değildi; tahsiline devam etmek istiyordu. Veteriner olmasına rağmen o, insan sağlığı üzerinde çalışmayı daha çok istiyordu. Tıp doktoru değildi ama bu sahada çalışmak ve tıpta kendini yetiştirmek istiyordu.

Prof. Dr. Ahmet Ayar uzun yıllardan beri “Hücresel Elektrofizyoloji, nörofizyoloji, düz kas fizyo/farmakolojisi, flüoresan mikroskopi, primer hücre kültürü” teknikleri kullanarak ağrı duyusunun mekanizması ve yeni ağrı dindirici ajanların geliştirilmesi ile ilgili bilimsel araştırma çalışmalarında bulunmaktadır. O, yüksek lisansını 1995 yılında İngiltere ‘de, Londra Üniversitesi’ne bağlı St. George Hospital Medical School’da yaptı. Doktora çalışmasını ise 1997’de Aberdeen Üniversitesi, School of Medical Sciences, College of Life Sciences and Medicine de gerçekleştirdi. 2004’te bir yıla yakın bir süre Almanya Duesseldorf Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bilimsel çalışmalarda bulundu. 2002’de doçent olan Ayar, 2007’de de henüz 38 yaşındayken ‘Profesör’ oldu. 38 yaşında profesör olmak Türkiye’de sıkça rastlanan bir durum değildir. Köprübaşı’nın bağrından çıkan Ahmet Ayar bunu başardı.

Prof. Dr. Ahmet Ayar, bilim adamlığının yanında; kendisiyle ilgili alanlarda idarecilik görevleri de yaptı. Haziran 1999’dan Temmuz 2000’e kadar Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu. İdareciliğe iki yıl ara verdikten sonra aynı görevi Şubat 2002-Temmuz 2004 tarihleri arasında da sürdürdü. Şubat 2002’de Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Biyofizik Anabilim Dalı Başkanı oldu. Bu görevini Mart 2006’ya kadar başarıyla devam ettirdi. Prof. Dr. Ahmet Ayar’ın 18’i Ulusal Hakemli Dergilerde, 46’sı ise Uluslararası Hakemli Dergilerde olmak üzere 64 tane bilimsel makalesi bulunuyor. Bu çok büyük bir başarıdır. O, aynı zamanda 29’u Ulusal, 17’si de Uluslararası olmak üzere toplam 46 Konferans ve Sempozyumda bilimsel bildiri sunmuştur. Ahmet Bey, kendi alanında çalışan pek çok öğrenciye de rehberlik etmiştir. Bu sahada altı tezin yönetimini gerçekleştirmiştir. İlmini içinde saklamamış, dileyene cömertçe sunmuştur. Bu yaşta altmışın üstünde bilimsel makale yazmak, 46 Konferans ve Sempozyumda bildiri sunmak her yiğidin harcı değildir. Bu işle azıcık ilgisi olanlar bunu çok iyi bilirler. Bu veriler Ahmet kardeşimizin ne kadar çalışkan ve alanında üstün başarılı bir insan olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.

Köprübaşılı Prof. Dr. Ahmet Ayar, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi’nin Yayın Kurulu’nda da yer almaktadır. O, Türkiye’deki ve dünyadaki pek çok bilimsel dergiye yazılar göndermektedir. İyi derecede İngilizce bildiği için alanıyla ilgili yabancı bilim adamları tarafından kaleme alınan yazıları da rahatlıkla takip ederek kendisini sürekli yenilemektedir.

Köprübaşı’nın son dönemde yetiştirdiği bilim adamlarından biri olan Prof. Dr. Ahmet Ayar, doğup büyüdüğü toprakları hiçbir zaman unutmamıştır. Keza, ailesi de Köprübaşı’nda yaşamaktadır. O, fırsat buldukça Köprübaşı’na gelerek sevdikleriyle hasret gidermektedir. Sıla-i rahime çok önem vermekte ve bunun ehemmiyetini göz ardı etmemektedir. Köprübaşı onun için her zaman değerli olmuştur. Payelere değer vermeyen, insanlığı akademik payelerin hep üstünde tutan Ahmet kardeşimiz, insanlık merkezli bir yaklaşımla olaylara yaklaşmakta, ölçü olarak sevgi ve hoşgörüyü temel almaktadır. O, bir yerlere geldikten sonra kendini bulutların üstünde gören, aşağıdakilere alaycı bir gözle bakan insanlardan değildir. Aldığı aile terbiyesi ve dinî inancı da buna müsait değildir. Zaten doğru olan da bu değil midir?

O, hiçbir zaman memleketinden kopmadı. O, uzun yıllardan beri Elazığ’da yaşasa da yüreğinin bir yanı hep Köprübaşı’ndaydı. Mısır ekmeğini yediği, buz gibi sularından içtiği Köprübaşı, onun hayallerini süsledi hep… Yüreğindeki Köprübaşı sevgisi her geçen gün daha da büyüdü. . Ahmet Bey bilim adamı oldu diye sosyal hayattan da kopmadı hiçbir zaman…

Hemşehrimiz Prof. Dr. Ahmet Ayar, Trabzonspor sevgisiyle yaşadı hep… Bir Trabzonlu olarak Elazığ’da Trabzonspor’un başarılarıyla gururlandı daima... Trabzonspor’u takip ediyor sürekli... Trabzonspor’un şampiyon olması her Trabzonlu gibi onun da hayallerini süslüyor. Onun Trabzonspor’la ilgili zaman zaman yorumlar yaptığını da biliyoruz. O, Taka gazetesinde yaptığı yorumlardan birinde şöyle diyor: “Sadri başkanın karizması şimdiden beyanlara yansımaya başladı. Kendilerini kutlayıp, kolaylıklar diliyorum. Alt yapı ise dışarıdan facia görünüyor, hele hele yeteneğe göre değil de, doğum yerine göre geliştirilen ‘yerlinin yerlisi’ deyimi çok yersiz. Globalleşen dünyada; hak eden, işinin ehli ve marifet/iltifat felsefesi söylemi hâlâ geçerli… Duygu sömürüsü boş, yerlilerden Tayfun’a bakın, lise gölcüsünün attığı goller ortada.... Ama yetenekli Barış nereli olursa olsun kaliteli.” İşte bir bilim adamının gözüyle Trabzonspor analizi… Futbola duyduğu yakın ilgiye bakarak onun gelecekte Trabzonspor yönetiminde de görev alacağını şimdiden tahmin edebiliyorum.

Marifet iltifata tabidir şüphesiz. O da bunca işi yaptıktan sonra elbette bilim çevrelerinden hak ettiği iltifatı görmüştür. İşte bu çerçevede değerli hemşehrimiz Prof. Dr. Ahmet Ayar, bilime evrensel düzeyde sağladığı katkılardan dolayı Popüler Bilim Dergisi’nin Sağlık Bilimleri dalındaki Teşvik Ödülü’nü kazanmıştır. O, yeni açılan üniversitelerden biri olan Nevşehir Üniversitesi Rektörlüğü’ne de aday olmuş; fakat kazanamamıştır. Ben inanıyorum ki idareciliği de seven ve bu işi de iyi bilen Ahmet Ayar, gelecekte Türkiye’nin güzide üniversitelerinden birine rektör olacaktır. Buna inanıyor ve bunu ondan bekliyoruz.

Türkiye’de birçok ‘Ahmet Ayar’ vardır. Akademisyen olarak da var, başka alanlarda da var. İsim benzerliklerinden daha doğal ne olabilir ki… Fakat bizim ‘Ahmet Ayar’ımız onlarla adaş olsa da onlardan çok farklı olduğunu gösteriyor. O, yaptığı çalışmalarla kişisel biyografi zincirine yeni başarı halkaları ekliyor. Bizler de Köprübaşılı hemşehrileri olarak onu destekliyoruz. Zira bir köşede kaderine mahkûm edilmiş Köprübaşı’nın böyle değerlere çok ihtiyacı vardır. Köprübaşı bir zamanlar Recep Yazıcıoğlu ve Adnan Kahvecilerle adından söz ettirdiyse, bundan sonra da Ahmet Ayar gibi bilim insanlarıyla gündeme gelecektir. Ben buna yürekten inanıyorum. Bu topraklardan çıkıp da bir yerlere gelen herkesi kalemimle ve yüreğimle destekliyorum. Bütün Köprübaşılıların da benim gibi düşündüğüne inanıyorum.

Köprübaşı’nın bilim camiasındaki etkin temsilcilerinden biri olan Prof. Dr. Ahmet Ayar, bu genç yaşına rağmen nice başarılı ilmî çalışmalara imza attı. O şimdi uzun ve yorucu bir gurbet hayatından sonra KTÜ Tıp Fakültesi’ne Fizyoloji ABD Başkanı olarak atandı.

Köprübaşı’nın son dönemdeki gururu olan Ahmet Ayar, son derece mütevazı bir insandır; büyük bir vakar ve ahlak sahibidir. Küçükle küçük, büyükle büyük olmasını bilen, hoşgörülü bir kişidir; Köprübaşı’nın gelenekleriyle beslenen, çıktığı yöreyi unutmayan inançlı bir kimsedir. Onu asıl üstün kılan da sanırım bu meziyetleridir. Zira önemli olan bilim adamı olmak değil, cemiyet adamı olmaktır. Ben bütün üstün özellikleri üzerinde taşıyan genç Prof. Dr. Ahmet Ayar’la bir Köprübaşılı olarak gurur duyuyorum. O bizim yüz akımızdır.

26 Şubat 2009 Perşembe

Köprübaşı'nın Manevî Dinamiklerinden: Sefer Efendi


KÖPRÜBAŞI’NIN MANEVÎ DİNAMİKLERİNDEN HACI SEFER EFENDİ

M.NİHAT MALKOÇ

“Âlimler peygamberlerin varisleridir” demiş fahr-i kâinat Efendimiz Hz. Muhammed(sav)… Bu ne büyük, ne şerefli bir payedir, bu ne güzel bir mirastır. Ne mutlu Allah yolunda giden ve Allah yolunu aydınlatan âlimlere… Ne mutlu o âlimlere tabi olanlara.

“Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” hadis-i şerifi, âlimlerin kıymetini bize ne güzel ifade ediyor. Âlim ölmeden onun ilminden istifade etmeli, büyük bir tevazuyla ondan ilim talep etmeliyiz. Değerlerimizi kaybetmeden tanımalı, onlardan gereğince yararlanmalıyız.

İslam’a gönül verenler halkın gönlünde de geniş yer etmişlerdir. Allah’a yakın olanlar halka da yakın olmuşlardır. İşte Allah’a ve halka yakın olan simalardan biri de Köprübaşı’na bağlı Beşköy Beldesinden Hacı Sefer Saka Hoca Efendi’dir. Bu mübarek zat, Köprübaşı’nda dinî sahada adından en çok söz edilen âlimlerdendir. Köprübaşı’nda onun adını sanırım duymayan yoktur. Hemen herkesin zihninde Sefer Efendi’yle ilgili bir miktar malumat vardır.

Hacı Sefer Efendi, Köprübaşı’nın manevî sahadaki yüz aklarından biridir. Onun adı dini ve maneviyatı çağrıştırmaktadır. Zira dinî ilimlere vakıf bir insandır kendisi. Halkın gözünde büyük bir itibarı vardır. O, 1960 senesinden 2000 senesine kadar Mezire(Yılmazlar) Camii’nde imamlık yapmıştır. Mezire Camii onun adıyla özdeşleşmiştir. Onun bu camide görev yaptığı süre içerisinde bu kutsal mekânın itibarı çok yükseklerde olmuştur. Halk ona ayrı bir kimlik ve değer vermiştir. Adeta onu eteğine yapışılacak bir mürşit olarak görmüşlerdir. Dinî meselelerde bir fetva alınacaksa öncelikle ona müracaat edilmiştir. Sefer Efendi bir fetva vermişse bunun üzerine kimse bir şey eklememiş, bu fetva tereddütsüz kabul edilmiştir. Halk nezdinde bu kadar kabul görmek ve güvenilmek ne büyük bir bahtiyarlıktır.

Sefer Efendi, bir Kur’an ve Allah dostudur. O, bu dostluğunu sözde bırakmamış, uzun ömrü boyunca bunu dinî hizmetleriyle ispatlamıştır. Mütevazı bir insan olsa da onda büyük bir dinî ilim hazinesi mevcuttur. Bunu onun vaazlarını dinleyenler iyi bilir. Mezire Camii’nde görev yaptığı süre içerisinde Köprübaşı’na, civar köylere ve genel anlamda Trabzon’a hayat vermiştir. Dilerseniz onu çok yakınında olan bir kişiden, torunu Mehmet’ten dinleyelim:

“Kendisi 1990 yılından beri Bursa da ikamet etmektedir. Ömrünü İslam’a adamış ve talebeler yetiştirmiş bir âlimdir. Çocukluk yıllarındaki fakirliğe rağmen altı yaşında hafızlık yapmış, o dönemin tanınmış âlimlerinden Kuran-ı Kerim ve Arapça eğitimini almış; daha sonraki yıllarda Trabzon’un çeşitli ilçelerinde on yaşından başlayarak ramazan akşamlarında Kuran-ı Kerim okumuş ve namaz kıldırmıştır. Gençlik yıllarında başta Bursa ve İstanbul olmak üzere bazı illerde İslam’a hizmet etmek nasip olmuştur ona. Sefer Efendi o dönemde büyük şehirlerde kalması yönünde yapılan baskılara rağmen kendi bölgesine hizmet için Trabzon’a dönmüş, girdiği müftülük sınavını kazanmış; fakat daha fazla hizmet için imamlığı tercih etmiştir. İmamlık döneminde belki de binlerce kişiye Kuran-ı Kerim ve Arapça eğitimi vermiştir. Binlerce kişi Türkiye’nin ve dünyanın birçok yerinden yanına gelmiş ve o, elinden geldiğince onlara yardımcı olmuştur. Şu an 85 yaşında ve Allah’a hamdolsun ki nerde kendisine ihtiyaç olsa ve nereye davet edilse imkân dâhilinde gitmeye çalışıyor.”

Altı yaşından beri Kur’an yolunda yürüyen bir ışık insandır Hacı Sefer Efendi… Kur’an-ı Kerim’i kaynağından okuyup anlayabilen, tefsir edebilen bir âlim… Ömrünü Allah yoluna adamış nur yüzlü bir pir-i fani… Yetiştirdiği, feyzinden faydalandırarak hafız ettiği, Kur’an’la cilalanan ışığında yüreklerindeki karanlıkları aydınlattığı talebelerin sayısını kendisi de bilmiyor. Bu ne büyük bir manevî hizmettir, berekettir... Zıvanadan çıkmak üzere olan ve bu asrın bataklıklarında debelenen bugünkü gençlerin onun gibi mürşitlere(yol göstericilere) ne kadar da ihtiyacı vardır. Allah onun gibi insanların sayısını artırsın. Allah onu başımızdan eksik etmesin. Bursa’da manevî irşat faaliyetlerine devam eden Hacı Sefer Efendi Hocamıza uzun ve bereketli bir ömür diliyoruz. Keşke Köprübaşı’mızda yaşamaya devam etseydi. Onun güzel sohbetlerinden ve kıymetli fetvalarından istifade edebilseydik.

Dağların Yoldaşı: Köprübaşı

Köprübaşı’nda zaman açılır sonsuzluğa
Güler yüzle karşılar mihmanlarını doğa

Dağların kucağında dalar sonsuz uykuya
Serenatlar söylüyor gökte bulutlar suya

Ayrılıklar birikir bir hüzün heybesinde
Düne dair kederler yankılanır sesinde

Efsunlu cilvesini şehrayinler kıskanır
Madur dağına çıkan, kendini gökte sanır

Güzel insanlar göçtü binip de atlarına
Kuşlar da heves etti billur kanatlarına

Suların şırıltısı sonsuzluk bestesidir
Göklerde yankılanan aydınlığın sesidir

Fidanlı seher vakti uykusundan uyanır
Minarelerden ezan yüreklere dayanır

Derin uykularıma girer yemyeşil düşler
Hicranıma ilaçtır hayat dolu gülüşler

Harmantepe’de yere gül yağmurları düşer
Nedamet kazanında umudun aşı pişer

Kahvadüzü’nden seyret şehirlerin hasını
Kemençenin nağmesi siler yürek pasını

Güneşli kıyamdadır Kacalak eteğinde
Gurbetçiler hasreti taşıyor yüreğinde

Ağzındadır aslanın ekmek Köprübaşı’nda
Her gün bir yara alır yoksulluk savaşında

Gurbete düşenlerin gam dolar gözlerine
Hüznün payı karışır ateşten sözlerine

Yoluna revan olmuş içimde deli taylar
Ahşabın gölgesinde can çekişir saraylar

Hüzünle dostluğumuz asırlarca sürecek
Bu şehir yüreklerden nice güller derecek

Senden yadigâr bana saçlarımdaki aklar
Yolların kavşağında sana koşar ayaklar

Tasayı ve elemi gönlünden dışarı at!...
Taze bir başlangıçtır Çifteköprü’de hayat

Yaralı gönüllerin titrerken dudakları
Gündoğan’da seyreyle kıpkızıl şafakları

Tespih tanesi gibi dağılır hatıralar…
Gurbette sıla hüznü yürekleri yaralar

Lâzutlar tarlalarda büyür kehribar gibi
Şirin Köprübaşı’nda her mevsim bahar gibi

Beklemek ateşten kor, yüreğim intizarda
Güneşin yangınına şahit ol Akpınar’da

Köprübaşı’nda doğa rengârenk kanaviçe
Sabaha selam durur Göneşera’da gece

Hasretin şavkı vurur hüzünlü bakışlara
Ev sahipliği yaptın nice ağır kışlara

Köprübaşı mehtapla sırlarını paylaşır
Umutları, yarının ufuklarına taşır

Recep Yazıcıoğlu bu topraklarda doğdu
Merhum Adnan Kahveci makûs talihi boğdu

Bu patika yollardan nice yolcular geçti
Kimi ekmek derdinde, kimi Rahman’a göçtü

Gurbette gözyaşlarım yastığı ıslatıyor
Zamana yenik kalbim senin için atıyor

Eşsiz güzelliğini gül yüzünden tanırdım
Gölgem senin peşinden yürüyecek sanırdım

Hasretin içimde kor, kalbim yine telaşlı
Senden uzaklardayım şimdi gözlerim yaşlı

Mutluluk senin olsun, acıyı bölüşelim
Karlı dağları aşıp baharda görüşelim

Senin vasfeylemede eksik kalır her yorum
Son uykumu dizinde uyumak istiyorum

Anka kuşu misali küllerinden doğacak
Köprübaşı kükreyip karanlığı boğacak!...

M.NİHAT MALKOÇ

Bir Sevdadır Köprübaşı

Derelerde balıklar ninni söylerken suya
Dağların eteğinde dalar derin uykuya
Köprübaşı bir sevda, benzer güneşe, aya

Gurbet yoluna düşer her can Köprübaşı’nda
Bir yel değirmenidir zaman Köprübaşı’nda

Mevsimler sonsuzluğa açarken perdesini
Baharla giyer şehir yeşil elbisesini
Hiçbir ses karşılamaz kemençenin sesini

Huzurun gülen yüzü, sevdan Köprübaşı’nda
Gönülleri bir eden ferman Köprübaşı’nda

Harmantepe’de tarih bil ki yazılmış kanla
Barut zafere dönmüş ateşten imtihanla
Bu güzel topraklara bedel ödenmiş canla

Bayrağıma renk olmuş al kan Köprübaşı’nda
Hasret dağ gibi büyür her an Köprübaşı’nda

Geçmişten bugünlere yürürken anlı şanlı
Bir tarafta Gündoğan, öte yanda Fidanlı
Yaz gelmiş Akpınar’a, gökler yine dumanlı

Hasretin ateşinde gel yan Köprübaşı’nda
Gurbetin kederine boyan Köprübaşı’nda

Çifteköprü, Güneşli sırt sırta dayanmışlar
Beşköylüler bir garip hüzüne boyanmışlar
Ağustos yedisinde yüreğinden yanmışlar

Soldurur yaprakları hazan Köprübaşı’nda
Yüreklerde kurulur mizan Köprübaşı’nda

Köşk yaylasında açar bin bir türlü çiçekler
Gözbebeğinde büyür aydınlık gelecekler
Vuslat düşünü görür gurbetteki yürekler

Yekpare bir an olur mekân Köprübaşı’nda
Zorluklarla savaşır imkân Köprübaşı’nda

Düşlerime girince akar gözümün yaşı
Gecenin sabahında gel hayra yor bu düşü
Manahoz’un koynunda uyursun Köprübaşı

Ey gurbetçi kardeşim yuvan Köprübaşı’nda!...
Yaralı yüreğine derman Köprübaşı’nda…

M.NİHAT MALKOÇ

8 Şubat 2009 Pazar

Köprübaşı Geceleri Yahut Geceleri Köprübaşı...


Gül Kokulu Memleketim, Sana Hasretim...

M.NİHAT MALKOÇ

Şehirler insanlığın ortak hafızasıdır şüphesiz. Doğulan şehirler olduğu gibi, doyulan şehirler de vardır. Doyulan şehir hiçbir zaman doğulan şehrin yerini tutmasa da orada yaşamaya mecbur hissederiz kendimizi. Hayatın kelepçeleri bizi bu şehre bağlar sıkıca. Fakat gönüllerde boy veren hasrete kim engel olabilir ki!... Bizi doğduğumuz kentlerden hangi güç koparabilir ki!... Doyulan şehirle doğulan şehir arasında uzar gider yürekleri yaralayan, hayalleri paralayan bu bitimsiz keşmekeş… “Sıla burcu burcu, ille ocağım” dizesi yankılanır gönül duvarlarında. Sual zincirini uzatsak da cevap alamayız asık suratlı duvarlardan… İçimizi kemiren kaygılar ve hasret yüklü sorular beklenen karşılığı bulamaz hiçbir zaman…

Trabzon’un Köprübaşı ilçesi de doyulan olmasa da, doğulan şehirdir bizim için… Burada gözlerini dünyaya açanlar belli bir zaman sonra gurbette bulurlar kendilerini. Yaban ellere düşen gönülleri yas bürür bundan sonra. Sürgün duygular kurşun gibi çöker belleğe. Hasret ateşi yürekleri küle döndürür. Hırçın dağlar yol vermez yurdundan uzaktakilere.

Köprübaşı bahtımın yıldızı… Namusum, şerefim ve haysiyetim, benim güzel memleketim… Kavgalarımın, sevdalarımın, düşlerimin, emeklerimin şahidi… Şimdi çok uzaklarda bağrına hasret hançeri saplanmış bir çaresizim. Sensin dertlerimin ilacı, gönül yarama merhemsin. Umutlarım kırık, paramparça… Şimdi irtifa kaybeden bir tayyare misali masmavi göklerinde süzülüyorum yalnız başına. Kalbimin kuytusuna saklanıyor sana dair hayaller ve hatıralar… Düşe kalka büyümüşüm bereketli topraklarında. Nasırlarım ancak kabuk tutmuş. Şimdi senin hayalin düşer yüreğimin kuytularına. Sesim yankılanır badanası dökülmüş duvarlarda, sen olurum her gece yarılarında. Gel gör ki yaralı kalbim kurtulamıyor hasret ve elem kelepçesinden. Umutlarım Kaf dağının ardında. Şimdi titreyen dudaklarımda hep aynı nakarat tekrarlanıyor: “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm, nerdesin be gülüm!…”

Sürmene, Araklı ve Çaykara ilçeleri arasında sıkışıp kalmıştır Köprübaşı… Manahoz deresi boyunca uzar gider bahtı karalı, gönlü yaralı bu şehir… Köprübaşı, “Göneşera” diye de bilinir eskiler tarafından. Dokuz mahallesi ve dört köyü olan ilçenin merkezde 200 olan rakımı köylere çıkıldıkça binli rakamlara ulaşır. Kacalak dağı Güneşli’nin tepesinde görkemli bir anıt gibi yükselir. Köprübaşı’nın en yüksek yeri 2742 rakımlı Madur dağıdır. Soğuksu, Ebeler, Küçük Kangal, Harman, Ağaçbaşı, Yangın, Vizera, Mincena, Sulak, Köşk, Taşlı ve İsmail Ağa Yaylaları sağlık dağıtır misafirlerine. Yeşilin kırk tonu burada gülümser size.

Ah memleketim!... Şimdi dağlarında düşlerim kadar beyaz kar salkımları vardır. Yaz akşamlarının sıcaklığı sinmiştir gönlün yamaçlarına. Avulot’ta el ayak çekilmiştir besbelli. Köylere inmiştir yaylacılar… Köşk yaylası uzun sürecek ayrılığın hüznüyle hasret nöbetine durmuştur. Viran evlere sinmiştir yaz boyunca yaşanan doyumsuz hatıralar… Yayla kokuşlu güzeller artık tutmuştur köy yolunu… Can yangınları ten yangınlarına karışmıştır. Yanık yüzlü analar yeni yayla mevsimine kadar köylere akın etmişlerdir. Madur dağına çoktan yağmıştır kar… Dağ bağrını açmıştır fırına ve tipiye; rüzgârlar şişirmiştir gönül yelkenlerini.

Şiir kadar saf, yanık bir türkü kadar kasvet vericidir yüreklerde bıraktığın izler… Şimdi ciğerlerime nefes yerine sana dair sıla hasretini çekiyorum gece gündüz demeden… Bağırsan duyamam ki sesini, çağırsan koşup gelemem yollar ırak… Özlemin kor gibi yakar yüreğimi. Hoyrat rüzgârlarına salmışım yalın ayak çocukluğumu. Bereketli topraklarında bulmuşum sofraları süsleyen bin bir türlü lezzeti. Ayran kokan yayık tereyağının tadını çoktan unutmuşum. Gökten boşalırcasına yağan yağmurlarında ıslanmayı ne çok özlemişim. Ya köy çocuklarıyla toprağa çömelip misket oynamayı… Mile(misket) oynamak için evdeki gömleklerden kopardığım kopçalar(düğmeler) için yediğimiz dayaklar hiç unutulur mu? Hepsinin acı tatlı hatırası kaldı belleğimde. Zamanın mahzeninde nostaljiye dönüşmüşler şimdi. İnsanıyla, havasıyla, dağıyla, taşıyla, kuşuyla bir başkadır memleketim. Gurbet yazgısı alnımıza kazınalı beri türkülerde bulduk teselli… Kavuşmak mı, kim bilir daha ölmedik.

Köprübaşı; göklere komşu köyleriyle, yemyeşil yaylalarıyla, oksijen deposu ormanlarıyla yalancı bir cennettir benim gözümde. Şehirlerin kasvet verici havası burada yerini bir tatlı huzura bırakır. Mısır ekmeği ile yoğurt bir araya gelince değmeyin keyfimize. Başka bir şey aramayız gayri. Yanında bir de fasulye turşusu olursa kral sofrasına dönüşür.

Köprübaşı derin bir vadide geleceğin rüyasını görür her gece. Türkiye’ye mal olmuş değerleriyle mağrurdur şüphesiz. Bir kenarda unutulmuş olsa da, umutlarını yitirmez hiçbir zaman. Yarınların bugünlerden daha güzel olacağı düşüncesini kaybetmez bu küçük, şirin yer... Bir gün hatırlanacağını, gözlerin kendisine döneceğini, iş ve aş kapıları açılacağını hayal eder durur. Yarınların gül kokan sabahlarına bırakır düşlerini. Ayrılık ateşinin bir gün vuslatla dineceğini, gurbete savrulan evlatlarına kavuşacağını umut eder ağaran şafaklarda. Umut dağları göklere değdirir başını. Aynaların hakikatlerle yüzleşeceği günler yakındır besbelli.

Köprübaşı hatıralarımın mahşeridir. O anılar ki şimdi gözümde canlanır, nostalji vatan yapar içimde. Neler yaşamadık ki bu güzel topraklarda, neler görmedik ki acıya ve hüzne dair… Anamın nasırlı elleriyle yoğurduğu hamurlar kabarınca cirikta etmek için toplanırdık soba başına. Zeytinyağında nar gibi kızaran ciriktaları paylaşmak hiç de kolay olmazdı. Ne mücadeleler verirdik bir parça cirikta için… Kızgın yağın etrafında nice cambazlılar yapardık. Bir tas sıcak çorbaya kanaat ederdik. Sabahları muhlamaydı ve kuymaktı baş yiyeceğimiz.

Dağların ardındaki şehir Köprübaşı, Manahoz deresiyle nice sırlarını paylaşır. Bulutların sadık dostudur. Arpalı’dan yola çıkan köpüklü sular Sürmene’de masmavi sulara karışana kadar, başını taştan taşa vurarak yol alırlar. Toprağa can vermesi gereken sular boşa akar durur hep... Güneş her seher vakti karanlığın kalbine indirir gümüş işlemeli hançerini. Gündoğan, Akpınar, Fidanlı; Köprübaşı’na tepeden bakar ağlamaklı gözlerle. Arpalı karlı dağların eteğinde üşür zemherilerde. Yalnızlığı kendine yoldaş edinir çaresizce. Çifteköprü, Güneşli, Yağmurlu; Köprübaşı’nın birbirinden güzel köyleridir. Türk futbolunun gözbebeği, yeşil sahaların yıldızı Fatih Tekke, Çifteköprü’dendir. Onunla gurur duymaktadır bu şirin köy.

Köprübaşı yalnızlıktan bıkmıştır, eski günlerini özlemektedir. Gidenler geri gelmez, gelenler burada kalmaz. Büyükdoğanlı, Dağardı, Emirgan, Konuklu, Küçükdoğanlı, Yılmazlar; Beşköy’ün bahtı karalı köyleridir. Büyük acılar yaşamışlardır 1998 senesinde. Aradan on yılı aşkın bir zaman geçse de her yıl 7 Ağustos’ta acılar tazelenir Beşköy’de. Bu beldede yetişmiştir Recep Yazıcıoğlu’yla Adnan Kahveci... Bu topraklarda hayata açmışlardır gözlerini. Bu derelerin berrak sularından kana kana içmişlerdir. Bütün Türkiye gibi Köprübaşı da bu mümtaz insanları unutmadı, bundan sonra da unutmayacak. Onları gönlünde yaşatacak.

Harmantepe’de zaman bir anıtın gölgesinde canlanır. Bu anıta bir tarih kazınmıştır altın harflerle. Bu anıtta dile gelen görkemli bir tarihe kulak verelim: “26 Haziran 1916’da Türk kuvvetleri hücuma geçerek Ağaçbaşı Yaylasındaki Rus kuvvetlerini Soğuksu’ya çekilmeye mecbur etti. 29 Haziran 1916’da Harmantepe Kabanbaşı hattında 36 saat süren muharebelerde 60. alayımız topçu atışı ve süngü hücumu ile Rus kuvvetlerini perişan ederek Avulot’a kadar püskürttü. Bu çatışmalarda 60. Alay 7 zabıt, 150 nefer zayiat verdi. 15 Temmuzda Bayburt, Ruslar tarafından işgal edildiği için Türk kuvvetlerine geri çekilme emri verildi. Türk kuvvetleri Harmantepe’yi şehit Bayram Çavuş ve arkadaşlarına emanet ederek çekilirken tepeyi Bayramtepe olarak selamladılar.” Bu yiğitler şimdi dağ başlarını tutmuştur hatıralarıyla. Tarih onları çoktan kaydetmiştir unutulmazlar listesine. İşte bu noktada sözler dudaklarımdan süzülüp kahramanların aziz hatırasıyla berceste mısralara dönüşür şimdi:

“Dağların kucağında uyuyan yiğit erler
Mübarek kanınızla vatanlaştı bu yerler
Alır mı mermer taşlar teninin ateşini?
Çoktandır arş-ı âlâ görmedi bir eşini”

Köprübaşı sözcüklere ve sözlüklere sığmayacak kadar büyük ve anlamlı benim gönlümde. Bu vadinin eski güzel günlere dönmesi, dostların gurbet elde değil, doğdukları yerde doyması en büyük dileğimizdir. Gül kokulu memleketim her gün büyür sana hasretim!

4 Şubat 2009 Çarşamba

Posted by Picasa
Posted by Picasa
Posted by Picasa
Posted by Picasa