15 Kasım 2007 Perşembe

Memleket Havası ve Köprübaşı TV Sitesi


M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon’un uzağına düşmüş bir ilçedir Köprübaşı… Gündoğan, Fidanlı, Akpınar, Yağmurlu, Koyuncular, Güneşli, Çifteköprü, Beşköy gibi yerleşim yerlerinden oluşan bu ilçede hayat gün boyu zorluklarla mücadele içerisinde geçer. Gözden ırak olsa da, gönülden ırak değildir yeşilin ve dağların koynunda uyuyan bu masal perisi… O bizim yüreğimizin merkezindedir her zaman… Bedenen oralardan uzak yaşıyor olsak da, ruhen havasını teneffüs ediyoruz bu güzel yurt köşesinin. Köprübaşı sevgisi geceleri rüyalarımızı süslüyor, efkârlı vakitlerde ise hayallerimizi… Çünkü o topraklarda yoğruldu hamurumuz. Çocukluk ve ilk gençlik anılarımızı oralarda bıraktık. Yüreğimizin bir köşesini Köprübaşı’na tahsis ettik.

Bilişim teknolojisinin alabildiğine geliştiği bir çağda yaşıyoruz bugün... Gelişen teknoloji, uzakları yakın eyledi. Bizler de teknolojinin ve bilişimin nimetlerinden yararlanarak, uzak düştüğümüz Köprübaşı’yla, Köprübaşılılarla bir ve beraber oluyoruz. Bir yılı aşkın bir zamandan beri Köprübaşı’ndan uzak kalanlar için güzel bir hemşehrilik platformu hizmet veriyor. http://www.koprubasi.tv/ sitesinden bahsediyorum. Ahmet Balcı adlı genç bir arkadaş tarafından kurulan ve hemen her gün güncellenen sitede Köprübaşı’na dair ne ararsanız bulabilirsiniz. Bu siteyi ziyaret ederseniz Köprübaşı’na gitmiş kadar olursunuz.

Gurbette sıla özlemi çeken Ahmet Balcı, hemşehrilerinin de bu duyguları fazlasıyla yaşadığını bildiği için Köprübaşı içerikli bir site kurmayı kafasına koymuştu. Bu düşünceyle Köprübaşı TV sitesi 26 Mayıs 2006 tarihinde yayın hayatına başladı. Bu bir forum sitesi… Yani isteyen herkes, siteye anında duygu ve düşüncelerini aktarıp katkıda bulunabiliyor. Site Php nuke tekniğiyle kurulmuş ve php nuke sisteminin en ileri sürümleriyle oluşturulmuş bir teknolojiye sahiptir. Bu site gurbetteki Köprübaşılılar için ilaç gibi gereklidir.

Bu mütevazı sitede birçok önemli alan bulunmaktadır: Köprübaşılı aydın insanların fikirlerini üyelerle paylaştığı bir yer olan köşe yazarları bölümü; gerek Köprübaşı’nda, gerekse dışarıdaki Köprübaşılı hemşehrilerimizin haber niteliği taşıyan her türlü faaliyetlerinin yayınladığı Köprübaşı haber portalı bölümü; üyelerin fikir alışverişinde bulunduğu; sevgi, saygı ve kurallar ölçüsünde yazıştığı forum bölümü; üyelerin çevrimiçi olarak yazışabildiği Köprübaşı Chat bölümü; Köprübaşı ve Köprübaşılıların resimlerinin bulunduğu galeri bölümü; üyelerin çevrimiçi olarak oyun oynayıp, vakit geçirebileceği ve eğlenebileceği çevrimiçi oyunlar bölümü; 24 saat yayın yapan Dini Radyo kısmı; Köprübaşı’yla ilgili videoların yer aldığı bölüm; yerel müziğin en güzel örneklerinin çalındığı Radyo Manahoz bölümü ilk planda aklımıza gelen bölümlerdir.

Köprübaşı TV sitesi geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü kuruyor. Köprübaşı kökenli gençler bu site sayesinde uzak kaldıkları ilçeyi tanıma fırsatı buluyorlar. Özellikle fotoğrafların yer aldığı “Galeri” bölümü Köprübaşı’nın doyumsuz ve ölümsüz değerlerini görsel olarak bizlere sunuyor. Bazı kişiler; kendi albümlerinde bile olmayan, yakınlarına ait fotoğrafları burada bulabiliyorlar. Bu ölümlü dünyada aramızdan ayrılan Köprübaşılıların fotoğraflarına bakarak hüzünleniyoruz. Tabir caizse gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.

Söz konusu sitenin müdavimlerinden biri olarak her gün ortalama bir saatimi geçiriyorum burada. Pek çok doğum ve ölüm haberlerini bu forum sitesinden alıyorum. Bu anlamda bir çeşit Köprübaşı haber portalı vazifesi görüyor dışarıda yaşayanlar için… Sitede pek çok köşe yazarı var. Bu kişiler alanlarıyla ilgili yorum ve değerlendirmeleri içeren yazılar kaleme alıyorlar. Bu yazılara yorum yazılabiliyor; tartışma ortamı oluşturulabiliyor.

Köprübaşının gurbete açılan penceresi olan bu sitenin 2000’in üzerinde faal üyesi var. Avrupa kıtası içerisinde Almanya’dan Lüksemburg’a kadar aklınıza gelen her ülkeden üye bu siteye uğruyor. Hatta Amerika’dan Endonezya’ya kadar geniş bir coğrafyadan takip ediliyor. Sitenin üyeleri arasında Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi, işadamı İsmail Balcı, sanatçı Necmettin Öksüz, Türk Sanat Müziği sanatçısı Semra Türel, gazeteci Zeki Sancak, yerel sanatçı Beşköylü Âdem, Doç. Dr. Ahmet Ayar gibi tanınmış isimler de var.

Bugüne kadar pek çok hayırlı işe vesile olan site, ihtiyaçlı 11 öğrenciye eğitim bursu veriyor. Köprübaşı’nda veya gurbette sıkıntısı olan kişiler site aracılığıyla çözüm yolları bulabiliyorlar. Bürokrasinin çelik kapılarını aşamayanlar bu sitenin kapısından girerek meselelerinin önemli bir kısmını çözebiliyorlar. Site, başta İstanbul olmak üzere Trabzonluların yoğun olarak ikamet ettiği yerlerde organizasyonlar düzenleyerek birbirinden uzak kalmış kişileri bir araya getiriyor, birlik ve beraberlik duyguları pekiştiriliyor.

Köprübaşı TV sitesi, üyelerine ve ziyaretçilerine yöreyle ilgili hızlı ve güvenilir haberler sunuyor. Köprübaşı’nda yaşayanlar bile yakın çevrelerinde gerçekleşen olayları buradan takip ederek haber alıyorlar. Site pek çok üyenin kan gruplarını kayıt altına alarak acil durumlarda kullanılmak üzere kan grubu bankası oluşturuyor. Sağlık sorunu ve kana ihtiyacı olanlar bu adres ve kan grubu bankasından istedikleri kişilere ve kanlara ulaşabiliyorlar. Söz sağlıktan açılmışken bu sitenin, Trabzon’da çığ gibi artan kanser vakalarına karşı yürüttüğü tepki ve protesto eylemini hatırlatmadan geçemeyeceğim. Site yetkilileri, Karadeniz bölgesinde, özellikle Trabzon ve çevresinde sıkça görülen kanser vakalarına dikkat çekmek için matbu bir dilekçe hazırladı, bu dilekçe metni Türkiye’nin ilgili kurumlarına faksla ve e-posta yoluyla gönderildi. Sorun bir kez daha dillendirildi.

Bu sitenin yaptığı pek çok hayırlı hizmet var. Bir ara Köprübaşı’na kütüphane kazandırmak için kitap toplama kampanyası düzenlediler. Bu çerçevede Köprübaşı Halk Eğitim Merkezi bünyesinde bir kütüphane kuruldu. Eğitime destek kampanyası çerçevesinde Avrupa’daki ve gurbetteki zenginlerden para toplanarak Köprübaşı’ndaki eğitim sorunlarına bir nebze de olsa çözüm arandı. Üyelerin kamu veya diğer alanlarda yaşadıkları sorunlara lobi gücüyle taraf olunup, çözüm noktasında gayret edildi. Köprübaşı’nın kronikleşen sorunları ısrarla masaya yatırıldı. Köprübaşı’ndaki devlet kurumlarıyla yöre halkının kenetlenmesi, bilgi paylaşımında bulunması sağlandı. Köprübaşı ilçesi tüm Türkiye’ye tanıtıldı. Bunlar bir kişinin gayretiyle olacak şeyler değil, bu bir ekip çalışmasıdır. Bu ekibin Köprübaşı ayağı olan Aydın Sancak’ın siteye katkılarını özellikle anmadan geçemeyeceğim.

Köprübaşı halkı sitesine sahip çıktı. Bu site Köprübaşı’nda ve gurbette çok tutuluyor. Yöre insanı yatmadan evvel muhakkak burada zamanının önemli bir kısmını geçiriyor. Şayet buraya uğramadan yatsalar uykuları tutmuyor. Şaka bir yana bu site güzel işler yapıyor. Sılayla gurbeti aynı platformda birleştiriyor. Adnan Kahveci’nin, Recep Yazıcıoğlu’nun, Fatih Tekke’nin memleketi yarınlara emin adımlarla ilerliyor. Bu zorlu yolculukta Köprübaşı. TV sitesi de önemli bir görev ifa ederek sorumluğunu yerine getiriyor. Bizlere tüm bu güzellikleri yaşattığı için Köprübaşılı genç bir insan olan Ahmet Balcı’ya teşekkür ediyoruz. Bu sitenin bugüne kadar yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının da teminatıdır.

14 Kasım 2007 Çarşamba

Bir Hizmet Şehidi: Ahmet Hamdi Altuntaş


M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon’un, adı pek duyulmamış ilçesi olan Köprübaşı, vatanını ve milletini sevenler yatağıdır. Burası Türkiye’ye mal olmuş, adını şerefli insanlar listesinin başına yazdırmış merhum Adnan Kahveci’nin, Recep Yazıcıoğlu’nun toprağıdır. Futbolun efendisi olarak gördüğüm kıymetli Fatih Tekke’nin baba ocağıdır. Buradan çıkan kişilerin hepsi memleketine hizmet etmeyi şahsi meselelerinin önünde görmüştür. Çok zor şartlar altında yaşama mücadelesi veren bu yörenin fedakâr insanları, gittikleri her yerde ekmeklerini taştan çıkarmayı becerip helalinden kazanmayı gaye edinmişlerdir. Bu insanlardan birisi de Köprübaşı’nın onurlu duruşunu karakterinde gösteren ve dürüstlüğü her şeyin önünde gören hizmet şehidi Ahmet Hamdi Altuntaş’tır. Genç yaşta hain bir saldırı sonucu aramızdan ayrılan Altuntaş, biz Köprübaşılıları yürekten yaralayarak ilçemizde büyük bir boşluk bırakmıştır.

Ahmet Hamdi Altuntaş, Köprübaşı gibi ekmeğin aslanın ağzında olduğu bir ilçede doğmuş, ilkokulu Fidanlı köyünde, orta ve lise öğrenimini ise Köprübaşı Lisesi’nde tamamlamış değerli bir ağabeyimizdi. Aynı dönemlerde okuduk Köprübaşı Lisesi’nde… Fakat o bizden daha ileri sınıflardaydı. Ben onun kardeşi Yılmaz’la aynı sınıfta okuyordum. Şimdi Yılmaz, İstanbul’da dershanecilik yapıyor. Coğrafya alanında eğitim veriyor.

Merhum Ahmet Hamdi, Fidanlı köyünün Tekke Camii’nde uzun yıllar imamlık yapan Vahit Hoca’nın oğluydu. Vahit Hoca, Köprübaşı Kur’an Kursu’nda benim de hocam olmuştur. Ahmet Hamdi, babasından iyi bir dini terbiye almıştı. Bunu davranışlarında görmek mümkündü. Liseden sonra ekmeğini çıkarmak için Köprübaşı Belediyesi’nde zabıta olarak göreve başlamıştı. Burada 1991 ile 1994 seneleri arasında görev yapmıştı. Köprübaşı’nda görev yaptığı süre içerisinde insanlarla çok iyi geçinmiş, fakat görevinin gereklerini de hiçbir zaman unutmamıştı. O, insanlara hep tatlı dille, ikna metoduyla yaklaşırdı. Şiddet, kavga ve gürültünün olduğu bir ortamda o adeta bir panzehir olup şiddet zehrini yok ederdi.

1966 senesinde Fidanlı köyünde doğan Ahmet Hamdi Altuntaş, çok dürüst ve başarılı bir zabıtaydı. İşini severek yapıyordu. Köprübaşı onun için bir duraktı. Trabzon’a gitmeyi aklına koymuştu bir kere. Büyük şehirde büyük işler yapacaktı. İşi zordu, riskliydi. O bunun farkındaydı. Cesurdu, gözü pekti, korku onun mahallesine uğramazdı. Devletin çıkarlarını her şeyin üstünde görürdü. İnançlarını içine hapsetmeyi sevmezdi. İnançlarını eylemlerine yansıtırdı. Zabıtalık mesleğinin en büyük sermayesi dürüstlük olmalıydı. O, ucunda ziyan olsa da doğru bildiğini yapmaktan hiç çekinmezdi. Cesaretli bir duruşu ve kişiliği vardı. Zaten bu dünyadan göçüsüne zemin hazırlayan da belki bu özelliği oldu. Hizmetin gereği neyse onu hakkıyla ve layıkıyla yapar, yanlışlıklara ve yanlış insanlara göz yummazdı.

Merhum Ahmet Hamdi, mesleğinde ilerlemeyi, yeni bilgilerle kendini daha da geliştirmeyi kafasına koymuştu. Onun içindir ki İstanbul’da zabıta komiserliği kursuna katıldı. Kısa zamanda Trabzon Belediyesi’nde tanındı ve sevildi. Fakat o tanınmak ve sevilmek için böyle davranmıyordu. Dürüstlük, adalet ve cesaret onun karakterinin ayrılmaz hususiyetleriydi. Trabzon’da zabıta komiseri olarak pek çok mahalde görev yaptı. Onun adamı yoktu. İşini dürüstlük ilkesinden ayrılmadan yapanlar onun has adamıydı.

İşini çok seviyordu Zabıta Komiseri Ahmet Hamdi… Bir gün görev başında şehit olacağı aklının ucundan bile geçmiyordu. Niye öldürülsün ki… Zira kimseyle kişisel bir hesabı yoktu. O devletin koyduğu kanunları harfi harfine uygulayan bir memurdu. Aldığı paranın karşılığını alnından akıttığı teriyle veriyordu. Fakat ter akıtmadan, hak, hukuk gözetmeden kısa zamanda çok para kazanmak isteyen insanların varlığını hesaba katmamıştı. Belki bu yüzden fincancı katırlarını ürkütmüştü. Herkes Ahmet Hamdi Bey kadar dürüst ve işine bağlı değildi. Onun ilkeli duruşu, dürüstlükten nasibini alamamış bir kısım insan müsveddelerini ürkütmüştü. Lafla ikna olmayan kaba yaratılışlı kişiler, hile ve desiselerine çomak sokanları susturmayı, silaha sarılarak işlerini halletmeyi bir çözüm yolu olarak bellemişlerdi. Ama birileri canlarını siper ederek bu oyunu bozmalıydı. Ahmet Hamdi bu oyunu bitirmek için kendini feda etmişti. Onuruyla ölmeyi onursuz yaşamaya tercih etmişti.

Trabzon esnafı kısa zamanda merhum Ahmet Hamdi’yi sevmişti. Çünkü o, esnafla iyi ilişkiler kuran bir kişiydi. Az ve öz konuşan, insanları incitmekten sakınan bir tabiatı vardı. Bilinenin aksine zabıtalar esnaf dostuydu. İşini hakkıyla yapanlar, ahilik anlayışıyla müşterilerine yaklaşanlar ilk övgüyü Ahmet Hamdi Bey’den alırlardı. Zira doğrular ödüllendirilmeliydi, vatandaşı aldatanlar cezalandırılmalıydı. Namuslular her türlü hayatî riskleri göze alarak namussuzlar kadar cesur olmalıydı ki bu memleket düze çıkabilsin.

Şiddeti çözüm olarak görenler, 1998 senesinde Trabzon’un Çömlekçi mevkiinde zabıta komiseri ‘adam gibi adam’ olan Köprübaşılı Ahmet Hamdi Altuntaş’ı susturarak kirli kan denizlerine bir damla daha akıttılar. O henüz 32 yaşında, ömrünün baharında arkasında onlarca gözü yaşlı insan bırakarak ebediyete ‘şehit’ sıfatıyla göçtü. Allah rahmet eylesin.

Trabzon Belediyesi, hayatını hiçe sayarak görevini her şeyin önünde gören bu büyük vazife adamını unutmadı, unutturmadı. Onun adını Meydan’daki Zabıta karakoluna verdiler. Meydan civarında dolaşırken gözlerim hep o levhaya takılır, merhumun kısa, fakat onurlu hayatı, bildiğim kadarıyla gözümün önünden geçer, vefanın ölmediğini düşünür, buruk bir haz duyarım. Demek ki vefa da, dürüstlük de ölmedi, bundan sonra da ölmeyecek…

Bir Köprübaşı Sevdalısı: Ahmet Sancak


M.NİHAT MALKOÇ

Köprübaşı zor bir coğrafyada yer alan bir yerleşim yeridir. Denize uzaklığının 14 kilometre olmasına bakmayın, dışardan gelenler için burada yaşamak kolay değildir. Çok güzel bir doğal yapısı vardır Köprübaşı’nın… Dağlık bir arazisi olmasına rağmen bir tablo gibi alımlı ve güzeldir buradaki tabiat… Bu yörenin insanları da çok cana yakındır. Buranın zorluğu sosyal hayatın durağanlığından kaynaklanmaktadır. Eğer kahve alışkanlığınız yoksa sabahtan akşama kadar aynı cadde üzerinde volta atmaya mahkûmsunuz. Eğer kalıcı bir işiniz ve gelir kaynağınız yoksa yarınların endişesi sizi sürekli rahatsız eder. Bu nedenledir ki burada doğup büyüyenler daha aydınlık bir gelecek temin etmek için buradan göç etmeyi yeğlemişlerdir. Bu yüzden Köprübaşı’nın nüfusu sürekli azalmaktadır.

Köprübaşı’ndan çıkanlar; doğdukları, çocukluklarını geçirdikleri, soğuk sularını içtikleri, temiz havasını soludukları bu güzel ilçeyi kolay kolay unutamamaktadırlar. Her fırsatta ilçelerine gelmenin, geçmişte kalan anıları tazelemenin hesabını yapmaktadırlar. Köprübaşı sevdasını yüreğinin derinliklerinde hisseden bu kişilerden birisi de Almanya’da yaşayan işadamı Ahmet Sancak’tır. Onu yıllardan beri tanır, yaptığı güzel çalışmaları takip ederim. Fakat kendisiyle bizzat tanışmam bu yıl Köşk yaylasında oldu. Köprübaşı Belediyesi’nin düzenlediği yayla şenliklerine katılmak için ta Almanya’dan kalkıp gelmişti. O, binlerce kilometre uzaktan bu şenliğe katılmak için gelmesine rağmen, bazı kişiler şenlik alanına beş yüz metre uzakta yaşadığı halde gelmemişti. Bu, memleket sevgisinin açık göstergesidir. Memleketi sevmek kuru lafla olmaz. Bunun somut davranışlarla gösterilmesi gerekir. Sayın Ahmet Sancak Bey bunu bugüne kadar yaptığı işlerle açıkça göstermiştir.

İşadamı Ahmet Sancak, 1963 senesinde Köprübaşı’nda dünyaya gelmiştir. Fakat simasına bakınca 44 yaşında olduğunu söyleyemezsiniz. Çünkü yaşından çok daha genç göstermektedir. Bunu doğayla iç içe, doğal bir hayat geçirmiş olmasına borçludur herhalde. O, çocukluğundan beri Almanya’da, gurbet ellerde Köprübaşı hasretiyle yaşamaktadır. İlk ve ortaokulu Köprübaşı’nda okuyan Sancak, dönemin siyasi olayları yüzünden liseyi okuma imkânı bulamamıştır. Babası Almanya’da olduğu için o da gurbet ellere düşmüş, orada kendine mütevazı bir hayat kurmuştur. Gencecik bir delikanlıyken iş hayatına atılmıştır. Alım-satım ve otomativ sektöründe faaliyet gösteren bir firmada bir dönem çalıştıktan sonra, aynı firmaya ortak olmuştur. Darmstdat kentinden sonra Frankfurt’ta bir işyeri daha açmıştır.

Köprübaşı’ndan yola çıkan Ahmet Sancak, Almanya’da girişimcilikte başarı basamaklarını bir bir tırmanıp, bugün gurur duyulabilecek bir noktaya gelmiştir. Genç yaşta başarılı bir iş hayatı geçiren Ahmet Sancak, 2002 yılında medya sektörüne el atmıştır. Doğu Karadeniz bölgesini kapsayan “Karadeniz Haber” adlı bir gazete kurmuştur. 2005 yılında ise Trabzon merkezli Hüryol adlı gazeteyi yayın hayatına kazandırmıştır. 2006 yılında ise Karadeniz Haber gazetesinin adını ve içeriğini değiştirerek Taka markasına dönüştürmüştür.

Ticaret hayatı risklerle doludur. Bu işte batmak da, çıkmak da vardır. Bunu göze alanlar ancak yol alabilirler. Ahmet Sancak, Trabzon’da gazete çıkarmaya başladığında bu şehirde altyapısı oturmuş birkaç gazete vardı. Taka gazetesi ilk sayısından itibaren okuyuculardan büyük ilgi gördü ve ilk kez 20 sayfa yayınlanan bir bölge gazetesi hüviyeti kazandı. Taka, Avrupa’da yayın yapan bir yerel gazete olma unvanını da elde etti. Taka, halen Almanya, Avusturya, Belçika, Hollanda ve İsviçre’de günlük olarak yayınlanıyor.

Ahmet Bey, yarım kalan eğitimini bugün devam ettiriyor. Açıköğretim Kamu Yönetimi öğrencisi olan Sancak’ın Senem, Burak ve Berk isimli üç çocuğu var. Sosyal etkinliklere önem ve destek veren, hayır kurumlarını kollayan Sancak, 1998’de İstanbul’da Bedensel Engeliler Sancakspor Kulübü’nü kurmuş, 2002’de bunu Trabzon’a taşımıştır. Engellileri hayata bağlayan bu gayret bile başlı başına alkışa değerdir. Bizler Köprübaşılılar olarak Ahmet Sancak’tan doğduğu topraklara da bir şeyler kazandırmasını istiyoruz.

10 Kasım 2007 Cumartesi

Köprübaşı'nın Tarihi Yok Mu?




M.NİHAT MALKOÇ


Trabzon’un unutulmuş ilçelerindendir Köprübaşı… Yıldızlara değen mağrur başıyla yeşilin koynunda uyur gece gündüz demeden…
Sürmene, Araklı ve Çaykara ilçeleri arasında sıkışıp kalmıştır. Nefes alacak hali yoktur. Fakat onuruyla yaşar bir başına. Verimli geniş arazileri yoktur. Kanaatkâr insanları ekip biçerler toprağı. Mısırı kendileri yerken, otluğu hayvanlarına yedirirler. Yaz gelir, yaylalara çıkarlar. Hayvanlarını salarlar çayır çimene. Buz gibi soğuk sulardan kana kana içerler. Hava ve su çelikleştirir yorgun bedenlerini. Kuymak ve mıhlama hastalıklar için en büyük antibiyotiktir. Zorluklar içerisinde yaşasalar da hayatlarından memnun gözükürler. Azla yetinirler, tamahkârlık nedir bilmezler. Ormanlarla çevrili köylerde yeşilin bütün tonlarını görebilirsiniz. Buranın halkı doğayla barışık yaşar.

Nice büyük şahsiyet yetiştirmiştir bu topraklar… Merhum
Adnan Kahveci, merhum Recep Yazıcıoğlu ve şimdi milletvekili olarak mecliste bulunan Diyanet İşleri Eski Başkanı Mustafa Sait Yazıcıoğlu bu ilçeye bağlı Beşköy beldesinin yetiştirdiği devlet adamlarıdır. Köprübaşı tarih boyunca pek çok bakan ve vekil yetiştiren bir ilçe olarak ün yapmıştır ülke çapında. Fakat nedense mum misali hiçbir zaman dibine ışık vermemiştir bu garip ve mahsun ilçe… Gidenler, geride kalanları unutmuş bu uzak beldede. Kimse uyandırmamıştır onu derin uykusundan… Bırakın uyandırmayı, gelen gidenler ninni söylemiştir uykusunun daha da derinleşmesi için. Çünkü bir uyansa hakikatlerle yüz yüze gelecektir. Titreyip kendine dönecektir. Samimiyetten uzak, süslü vaatlere kanmayacaktır bir daha… Yılların unutulmuşluğunun hesabını soracaktır devlet erkânına. Onun içindir ki uyandırmazlar.

Her ilin, hemen hemen her ilçenin yazılmış, kayda alınmış bir tarihi olmasına rağmen Köprübaşı’nın belli bir tarihi de yoktur. Burası yıllarca Sürmene’nin bir beldesi olarak kalmış zihinlerde. Zaman içerisinde Sürmene’nin gölgesinde küçüldükçe küçülmüştür. Buradan yetişenler doğup büyüdükleri, havasını soludukları, dağlardan süzülen buz gibi kaynak sularını içtikleri beldelerini çabuk unutmuşlardır. Pek çoğunu para değiştirmiştir. Onlar artık yazdan yaza gelip bu güzel ilçenin sıhhat dağıtan yaylalarında izinlerini geçirip Köprübaşı ilçesinden transit geçmektedirler. ‘Ne oluyor, ne gidiyor’ diye sorma ihtiyacını da duymamışlardır. Sizin anlayacağınız Köprübaşı kökenli zenginler ve okumuşlar vefa imtihanından koca bir sıfır çekmişlerdir. Nimetlenenler külfet söz konusu olunca köşe bucak kaçmışlardır. Bunun istisnaları olsa da bunlar kaideyi bozacak ağırlıkta değildir.

Köprübaşı 1990 senesinde rahmetli Adnan Kahveci’nin gayretleriyle ilçe statüsü kazanmıştır. O günleri bugünmüş gibi hatırlarım. Rahmetli Kahveci, Köprübaşı’na geldiğinde “Sayın Bakanım Yolumuzun Asfaltlanmasını İstiyoruz” yazılı bir pankart şehrin orta yerine asılmıştı. Bunu gören Kahveci, “İndirin o pankartı, arabamın bagajına koyun, bundan sonra gerek kalmayacak ona. Çünkü ilk fırsatta yolunuz genişletilerek asfaltlanacak” demişti. Ağır aksak da olsa yolda bir kısım çalışmalar yapılmıştı. Şans bu ya Beşköy’deki felaket sırasında yapılan yollar da yıkılarak sulara karışmıştı. Bu felakette Köprübaşı en az on yıl geriye gitmişti. Bu durum halkın makûs talihini iyiden iyiye ağırlaştırmıştı. O gün bugündür uzun yıllardan beri Sürmene ile Köprübaşı arasındaki yol asfaltlan(a)mamıştır. Bu yol insanların ömrünü yiyip bitirmiştir. Zaman içerisinde başa gelen iktidarların dünyaya bakış açıları, zihniyetleri değişse de Köprübaşı için hiçbir şey değişmemiştir.

Son yıllarda Köprübaşı gençleri yüksel tahsil hususunda büyük bir atılım içerisindedir. Eskiden senede bir iki kişi üniversiteyi kazanırken bugün bu sayı onlarla ifade edilmektedir. Buradaki gençlerin okuyup meslek hayatına atılmaktan başka çıkar yolları da yoktur.

Köprübaşı’nda ciddi bir kitap okuma mekânı mevcut değildir. Yani bu ilçenin halk kütüphanesi bulunmamaktadır. Tez elden buraya kapsamlı bir kütüphanenin kurulması şarttır. Gerçi Köprübaşı Halk Eğitim Merkezi’nin bununla ilgili bir çalışması ve gayreti vardır. Bu insanlara muhakkak destek olmalıyız. Gençlerimizi kahve köşelerinden kurtarıp kitaplarla buluşturmalıyız. Bunu yapabilirsek insanların ufku bir hayli genişleyecektir.

Köprübaşı dün olduğu gibi bugün de sosyal ve kültürel faaliyetlerde de etkin değildir. Her ilçenin, hatta bazı beldelerin festivalleri olduğu halde Köprübaşı’nın geleneksel bir festivali yoktur. Polisi, adliyesi, askerlik şubesi, icra dairesi de mevcut değildir. Her yer için bir kurtuluş günü olsa da Köprübaşı için belli bir kurtuluş günü zikredilmemektedir. Köprübaşı’nın tarihini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini anlatan bir kitaba da rastlamadım bugüne kadar… Sürmene’nin tarihi yazılmıştır ama Köprübaşı’nın tarihi yazılmamıştır. Böyle şey olur mu? Köprübaşı’nın tarihi yok mudur? Belediyenin bu eksikliği muhakkak gidermesi gerekir. Bu hususta şahsen hiçbir maddi karşılık beklemeden çalışmaya hazır olduğumu da buradan ilan etmek isterim. Yeter ki yetkililer böyle bir kitap yayınlandığında basılacağına dair garanti versinler. Çünkü bu çeşit çalışmalar zahmetlidir. Sivil toplum kuruluşlarının, kaymakamlığın ve belediyenin bu çalışmaları desteklemesi gerekir. İlle de ben yapayım ısrarında değilim. Böyle bir işe gireceklere bir nefer gibi yardımcı da olabilirim. Yeter ki maksat hâsıl olsun. ‘Ben yaptım, sen yaptın’ ucuz hesabı içerisinde değilim, hiçbir zaman da olmam. Köprübaşının tarihi ve kültürü en kısa zamanda kayda geçilmelidir.

Dedim ya şirin ilçemiz Köprübaşı yıllarca Sürmene’nin gölgesi altında kalarak iyice körelmiştir. Bu garip kazaya dair yokları sıralarsak zincirin halkaları alır başını gider. Bu yoklar zincirinin halkalarını en kısa zamanda kırmalıyız. Köprübaşılılar doğup büyüdükleri beldeye sahip çıkmalıdır. Köprübaşı’nın sayılı zenginlerini saymaya kalksam herhalde sayfalar dolar. Peki, o zaman bu şehir niçin böyle kaderine terkedilmiş. Bazı Anadolu köylerinin yolları bile asfaltlanmışken iki ilçeyi ve Köprübaşı’yla Trabzon’u birbirine bağlayan stabilize yol niçin en kısa zamanda asfaltlanıp halkın istifadesine sunulmaz? Burada yaşayan halk ikinci sınıf vatandaş mıdır? Bu ayıbın kısa zamanda ortadan kaldırılması gerekir.

Köprübaşı’nın en büyük sorunu işsizliktir. Burada doğan gençler ayakları yere basar basmaz gurbet yollarına düşmektedirler. Kolay mıdır bir insanın sevdiklerini terk edip İstanbul’un yolunu tutması? Fakat Köprübaşı’nda kalan gençlerin kahve köşelerinde sürünmekten başka yapabilecekleri şey yoktur. Gerçi gurbette de karınları doymamaktadır vasıfsız işçilerin. Günümüzde kalifiye elaman para kazanırken, vasıfsız işçiler boğaz tokluğuna çalışmaktadır. Bu nedenle Köprübaşı’nda meslek kurslarının yaygınlaştırılması, gençlerin bu kurslarda beceri sahibi olmaları gerekir. Günümüzde sanatkârlık en büyük referanstır; tercih sebebidir. Bunun göz önünde bulundurularak gereğinin yapılması elzemdir.

Diğer şehirler zamanla büyürken Köprübaşı her geçen gün küçülmektedir. Eskiden Köprübaşı’ndaki esnaf sayısı bugünküne kıyasla çok daha fazlaydı. Oysa günümüzde hatırı sayılır esnaf sayısı bir elin parmakları kadardır. Bunlar da harcamalarının karşılığını alamamakta, zarar etmemek için büyük mücadele vermektedirler. Zira Köprübaşı’na mal getirmek fazladan nakliye masrafını zorunlu kılmaktadır. Bunun bedeli de satılan mallara yansıtılmaktadır. Bunun yanında burada yaşayan kişilerin çoğu işsiz olduğu için alım güçleri de yoktur. Onun içindir ki sayıları her geçen gün azalan esnaflar kepenk kapamamak için onur mücadelesi vermektedir. Bir kısmı çeklerini ödemekte ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.

Köprübaşı insanı genellikle tarımla uğraşmaktadır. Halkın çoğu mısır, fındık ve çay yetiştirmektedir. Malum olduğu üzere son yıllarda çay ve fındık da para etmemektedir. Halk çay ve fındığı toplarken yevmiyecilere harcadığı gideri bile, elde ettiği mahsulü satarak karşılayamamaktadır. Onun için son yıllarda geçim konusunda ciddi sorunlar baş göstermiştir. Aileler çocuklarının okul masraflarını ödemekte bile zorluk çekmektedir. Çay paraları, harcamaları karşılamaktan uzaktır. Üstelik bazı aylarda çayın belli kontenjanlar üzerinden alınması çiftçiyi iyice perişan etmektedir. Bazı aileler çaylarını söküp, yerine fındık dikmişlerdir. Bir zamanlar iyi para eden fındık üzerinde oynanan uluslar arası oyunlar fındığın getirisini de çok düşürmüştür. Mısır zaten para getiren bir ürün değildir. Bunlar gösteriyor ki Köprübaşı halkı için ufukta parlak bir gelecek gözükmemektedir. Fakat yöre halkının umutları yine de diridir. Çünkü umutsuz yaşanmaz. Geleceğe dair umutlar, yaşama sımsıkı sarılmamızı sağlayan can simidi hükmündedir. Umudun bittiği yerde yaşamak bir işkenceden farksızdır. Gelin Köprübaşı için bir şeyler yapalım. Bu konuda herkesin yapabileceği bir şey vardır.

Hocam Merhum Hayrullah Malkoç...


Güle Güle Hayrullah Malkoç Hocam!...

M.NİHAT MALKOÇ


Ölüm hepimizin son durağıdır. İnsanlık tarihi boyunca ölüm köprüsünden geçmeyen kişi görülmüş değildir. Her doğan kişi ölümü peşinen kabullenmiştir aslında. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu durum “Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185) şeklinde ifade edilmiştir. Bu sese kulak vermeliyiz.

Ölüm, hayatımızdaki ağırlığını her zaman muhafaza etmektedir. Çünkü ölüm ölmemektedir. O her zaman diri ve güçlü bir halde hayatı yönlendirmektedir. Geçmişten günümüze dek ölüm her canlıyı derinden etkilemiştir. Ölümden müteessir olmayan bir varlık gösteremezsiniz. Zira ölüm hayatımızı çepeçevre kuşatmıştır.

Duygu işçisi olan şairler de sürekli olarak ölüm temasını şiirlerinin ana konularından saymışlar ve bu konu üzerinde kalem oynatmışlardır. Türk şiirinin en büyük isimlerinden biri olan Yahya Kemal Beyatlı da ölümü veciz bir biçimde işleyen ve ölüme dair duyguları ölümsüzleştiren bir ediptir. Onun “Sessiz Gemi” şiiri ölümü ne de güzel anlatmaktadır:

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç. Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç. Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece. Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince Ya, aşk içinde harap ol, ya şevk içinde gönül Ya, lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.”

Dostlarımızın ölüm haberini aldığımızda elektriğe tutulmuş gibi oluruz. Bir anlık şok geçiririz. Bir türlü inanamayız bu kara habere. Belki de yanlış haberdir deriz. Fakat içimiz yine de rahat etmez. İnanmakla inanmamak arasında gidip geliriz. İçimizi bir güvercin tedirginliği kaplar. Telefonlara sarılırız haberi doğrulamak için… Haber doğrulanınca da boynumuz bükülür, ölümün ağırlığı üzerimize çöker. Yürüyecek mecalimiz kalmaz.

Birkaç gün evvel(21 Ocak 2007 Pazar akşamı) cep telefonum çalana kadar her şey güzeldi. ‘Değerli bir dostum, hal hatır sormak için arıyordur’ diye düşündüm. O rahatlık içerisinde telefonu açtım. Fakat karşımdaki arkadaşın sesi titriyordu. Belli ki kötü bir haberi iletecekti bana. Nitekim öyle de oldu. Telefondaki arkadaşım; köyümüzün en sevilen simalarından, komşum, dostum ve ilkokul öğretmenim Hayrullah Malkoç’un öldüğünü haber veriyordu bana. Bu haberle dizlerimin bağı çözüldü. Çünkü böyle bir haberi hiç mi hiç beklemiyordum. Haberin ağırlığı beni iyice çökertti. Telefonu kapattıktan bir saat sonra tekrar aradım arkadaşı. ‘Belki yanlış haberdir, iyice araştır’ dedim. Kendisinin hastanede, ölen şahsın yanında olduğunu söyleyince umutlarım tükendi.

Köprübaşı’nın Gündoğan Mahallesi Kosron mevkiinden olan Hayrullah Malkoç 56 yaşında sağlıklı bir insandı. Kurban Bayramı’nın ilk günü sabahtan akşama kadar beraberdik. Aynı kurbandaydık. İki hayvanı beraberce kesip paylaştırdık. Sohbet ettik, yedik, çay içtik. Akşam hava karardığında o, bir taksiye binerek Sürmene’ye gitti. Arkadaş çevresinden iki üç tane kurbanı üstlenmişti. Onların kesimini ve paylaştırmasını bizzat kendisi yapmıştı. Kurbanları evlerine kadar götürecekti. Öyle hayırsever bir insandı. Ben de yürüyerek eve geçtim. Bu onunla son görüşmemiz oldu. Fakat bunu aklımın ucundan bile geçirmezdim.

Merhum Hayrullah Malkoç çok değerli, yardımsever, becerikli, saygın bir insandı. Sürmene Halk Eğitim Merkezi Müdürü olarak görev yapıyordu. 30 yılı aşkın bir zamandan beri devletin değişik kademelerinde görev yaptı. Henüz emekli olmamıştı. Büyük bir hizmet aşkıyla memuriyetini devam ettiriyordu. Bugüne kadar bir türlü evlenememişti, kendisine evlenmek nasip olmamıştı. Sürmene’de dört katlı güzel bir ev yaptırmıştı. Fakat yalnızdı. Yüz yaşını aşmış babasıyla yaşıyordu. Zaman zaman ondan da ayrı kalıyordu. İnsanların sevgisini kazanan bir kişiydi. Köyün en güvenilir insanıydı. Darda kalanlara koşan bir hayır elçisiydi. Büyüğü büyük bilip sayar, küçüğü küçük bilip severdi. Doğruluktan ve dürüstlükten hiç ayrılmazdı. Onun kısa biyografisini dikkatlerinize sunmak istiyorum:

1951 yılında Sürmene’de doğdu İlköğrenimini Köprübaşı Merkez İlkokulunda, orta ve lise tahsilini Sürmene’de tamamladı. Erkek Öğretmen Okulu’nu Trabzon’da, Eğitim Enstitüsü’nü Kayseri’de tamamladı. İlk görev yeri Erzurum’un Horasan ilçesi Gündeğer Köyü’ydü. Daha sonra Şenkaya ilçesinin Teketaş köyünde Müdür yetkili öğretmen olarak çalıştı. 1975 yılında Sürmene Oylum İlkokulu’nda görev yaptı. Daha sonra Güneşli Köyü İlkokulu’nda 15 yıl boyunca Müdür Yetkili Öğretmen olarak çalıştıktan sonra 1990 yılında Sürmene Halk Eğitimi Merkezi’ne Müdür yardımcısı olarak atandı. 11 Ağustos 2005 tarihine kadar Müdür yardımcılığı ve Müdür Vekilli görevinde bulundu. Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Müdür olarak görevine devam etmekteydi. 21 Ocak 2007 Pazar günü akşamı ani bir kalp krizi neticesinde aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin.

Merhum Hayrullah Malkoç Güneşli Köyü İlkoku’nda benim de öğretmenimdi. Beşinci sınıfta derslerimize o girmişti. Öğrencileri tarafından çok sevilen bir insandı. O sadece öğretmen değil, köyün bilgesiydi. Derdi olan ona koşardı. O, bizim güven kapımızdı, gülen yüzümüzdü. Derde düşünce soluğu kendisinde alırdık. Onun ahirete intikal etmesinden sonra kendimi çok yalnız hissediyorum. Sanki büyük bir boşluğa düşmüş gibiyim. Fakat bu saatten sonra ona dua etmekten başka yapacak bir şey yok. Allah mekânını cennet eylesin. Sözlerimi Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölüme dair bir beşliğiyle sonlandırmak istiyorum:
“Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında.”

Köprübaşı Merkez Camii

Sultan Murat Şehitlerine!...


M.NİHAT MALKOÇ


İnançlar ve yüksek duygular için yaşar insan… Bu duyguların başında gelir vatan sevgisi… Bizler için çok ulvi bir değerdir memleket severlik… Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Dumlupınar’da, Sakarya’da ve yüzlerce cephede canını seve seve veren askerimiz, vatan aşkını merkez alarak ölüm kalım mücadelesi yapmışlardır. Yüce Rabbimiz vatanın ve içinde yaşayanların düşman çizmeleri altında ezilmekten, işgallerden kurtulması ve İslam’ın yükselmesi için ölmeyi Cennet’e girmek için vesile saymıştır. Bu uğurda ölenlere “şehitlik” payesi vermiştir. Şehitleri de ölülerden saymamış, onları diri olarak tavsif etmiştir. Çünkü şehitlik hayat karşılığında elde edilen yüce bir mertebedir. Hayatı ölümle takas edip cenneti tercih edenler yüce ruhlu insanlardır. Allah onlar için yüce makamlar hazırlamıştır.

Yurdumuzun dört bir yanı şehitliklerle doludur. Hemen her servinin gölgesinde bir ulu yürek ebediyet rüyası görmektedir. Bu millet, inançlarını göz ardı etmeden, insanca yaşamak için yeri gelince şerefiyle ölmesini bilmiş şanlı bir millettir. Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Sultan Murat yaylasında toprağın kara bağrına gömülen 72 yiğit de vatan için ölmeyi, zillet içinde yaşamaya tercih etmiş şanlı kahramanlardır. Şehitlikte 1916 yılında, Rus işgal kuvvetleriyle yapılan muharebe neticesinde şehit düşmüş olan bir subay, bir astsubay ve 70 erin mezarları bulunmaktadır. Onlar bu kutlu tepede cenk rüyaları görmektedirler.

Günümüzde savaşın yapıldığı Sultan Murat Tepesi’nde bu alev yürekli, cengâver ruhlu kahramanlar için güzel bir abide dikilmiştir. Her yıl 23 Haziran’da onlar için merasim yaparak, maneviyatlarını tazim ederiz. Gençlere onların destanlaşan mücadelesini hatırlatırız. Ben de şehitlik civarında altı yıl yaylacılık yapan, o bölgeyi tarihi ve doğal özellikleriyle çok iyi bilen bir insan olarak o büyük insanlarla ilgili hissiyatımı aşağıdaki şiirimle yazıya geçirdim. Şehitlerimize “Sultan Murat Şehitlerine!” adlı şiirimle gönül penceremden bakmaya çalıştım. Onlara olan manevi borcumu bir nebze de olsa yerine getirebildiysem kendimi mutlu sayacağım. Onları anlatabildiysem kendimi bahtiyar addedeceğim:

“Sis çöktü, bulut indi dağların başlarına
Engel olmak ne mümkün yürek gözyaşlarına

Nazar eylerken değdi, bulutlara bakışın
Görülmeye değerdi yüreklere akışın

Bulutlar ağlayınca meçhul askerlerine
Hüzün çağlayan olup karıştı kederine

Fırtınalar eserken atların yelesinde
Azamet yükseliyor yankılanan sesinde

Ey dağların başında destanlaşan kahraman
Döndüremez sizleri yolundan hiçbir ferman

O kırık abidende bir tarih yükseliyor
Kıpkızıl şafaklardan kahramanlar geliyor.

Uzuyor, inceliyor maverada gölgeler
Toprak kanla sulanır, kurtulurken ülkeler

Gururunuz yansırken dağların yamacına
Canlar bedel verildi, eriştin amacına

Geceler yorgan olur kabrin mermer taşına
Yıldızları toplayıp taç edelim başına

Bu topraklar uğruna canınızdan geçtiniz
Dünyaya sırt çevirip sonsuzluğu seçtiniz

Uyuyun dalgalanan bayrağın gölgesinde
Yankılansın sesiniz çağların ötesinde

Fanilik gömleğini gül kokusuna bandın
İbrahim’i yakmayan ateşlerde sınandın

Toprağa akan kanlar gözyaşıyla silindi
Ülkeme baştanbaşa gül kokuları sindi

Sultan Murat Tepesi güllelerle dövüldü
Türk’ün şanlı askeri Hak katında övüldü

Derelerden günlerce su yerine kan aktı
Şehitlerin acısı yüreğimizi yaktı”

Şehitlerimizin manevi mertebelerini ve ruh derinliklerini sözlerle tasvir ve tavsif etmek ne mümkün… Yüce Rabbimiz onları öve öve bitiremiyor. Onların mertebelerini Peygamberlerden sonra sayıyor. Onlara Cennette köşkler tanzim ediyor. Onları ölüler sınıfına bile dâhil etmiyor. Bunu şu ayette açıkça ifade ediyor: “Allah yolunda öldürülenleri (şehitleri) sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın Iütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duyurmaktadır.”( AI-i İmran, 169–170)

Sultan Murat Dağları’nda kar ve fırtına demeden düşman karşısında destanlar yazanlar, hayatı ölümle takas ederek cennet nimetleriyle ödüllendirilenler, o yörenin insanları değildi şüphesiz... Yurdun değişik yerlerinden kalkıp Peygamber ocağı olarak nitelendirdiğimiz kışlalara askerlik vazifesini ifa etmek için gelmişlerdi. Vatan savunması için oradaydılar. O güne kadar nice insan bu yolda mücadele vermişti. Kimisi gazilik, kimisi de şehitlik mertebesiyle taçlandırmıştı kutsal mücadelelerini. Onlar için dünyada da, ahrette de korku ve endişe yoktu. Şimdi nöbet sırası kendilerindeydi. Mukaddes inançların yaşaması ve vatanın savunulması için ölmek gerekiyorsa ölünmeliydi, yaşamak gerekirse yaşanmalıydı. Zaten kahraman; yaşaması gerektiği yerde yaşayan, ölmesi gerektiği yerde ölebilen engin ruhlu insandır. Ölmekten korkanın onurlu ve hür olarak yaşama hakkı yoktur.

Sultan Murat Yaylası’ndaki şehitlik, Türk’ün her yerde vatan savunmasında olduğunun ve bunun için seve seve öldüğünün delilidir. Uzak olsun, yakın olsun vatan sınırları içerisindeki bütün dağlar, ovalar, mezralar, köyler askerimizin ve halkımızın koruması altındadır. Buralara düşman çizmesi değemez. Buraların doyumsuz havasını düşman ciğerlerine indiremez, karşılarında kahraman Türk askerini bulurlar.

2000 rakımlı bu yaylaya Sultan Murat denmesinin sebebi IV. Murat’ın 1635 tarihinde İran üzerine yapmış olduğu ikinci seferi dönüşünde Trabzon’a inerken cuma namazını burada kıldırmış olmasıdır. Günümüzde bu büyük padişahın anısına hutbe taşının bulunduğu yere cami inşa edilmiştir. Sultan Murat’ın adı yaylaya isim olarak verilerek yaşatılmıştır. Şehitliğin varlığı bu yüce dağ başının halk katındaki önemini artırmıştır. Şehitlerimize rahmet diliyoruz.

Orda Bir Şehitlik Var Uzakta Yahut Harmantepe Şehitlerine...


M.NİHAT MALKOÇ


Vatan için canlarını ortaya koyan, sağ kalınca gazi, ölünce şehit olan kahraman insanlar sayesinde bizim oldu bu topraklar… Vatanımızda gözü olanlar her türlü hileyi denediler cennet vatanımıza konmak için. Fakat zor zamanlarda bir ve beraber olan milletimiz bu şer odaklarına geçit vermedi hiçbir zaman. Her seferinde imanıyla, irfanıyla ve destanlaşan mücadeleleriyle püskürttüler hain düşmanları. Hangi milliyetten olursa olsun hepsine karşı tek yürek ve tek yumruk oldular. Köle gibi yaşamaktansa, izzetini kaybetmektense ölmeyi tercih ettiler. Düşmanların; kadınımıza, kızımıza, bayrağımıza, mukaddesatımıza el ve dil uzatmalarına müsaade etmediler. Biri ölünce öbürü, kalan boşluğu seve seve doldurdu. Zira onlar Hüseyin Nihal Atsız’ın aşağıdaki dörtlüğünde tarif ettiği kahramanlardı:

“ Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.”

Şerefli Türk tarihi Türk’ün vatanı, iffeti ve namusu için neler yapabileceği gösteren ibret dolu örneklerle doludur. Bu örnekler imanın ve mücadele ruhunun nelere kadir olduğunu göstermektedir. Savaşa katılmak ölüm beratını kolunun altına koymayı da zorunlu kılıyordu. Zira “gitmek var dönmek yok” sözü en çok savaşlar için geçerli olan bir ifadeydi. Nice insanımız gidip de dönememiştir yuvasına. Bebeler yetim kalmıştır, eşler dul olarak devam ettirmiştir geri kalan hayatlarını. Hatta gidenlerin naaşları bile geri dönmemiştir. Bizler dedemin babasının mezarını bilmiyoruz. O da Birinci Dünya Harbi yıllarında askere alınmış, bir daha geri dönmemiştir. Hemen her ailede buna benzer gerçek hayat öyküleri vardır.

Tarihte başımıza musallat olan milletlerin başında Ruslar gelmektedir. Ruslarla hemen hemen her zamanda ve mekânda karşı karşıya gelmişiz. Sürekli gözleri topraklarımızda olmuştur Rusların… Ruslarla yaptığımız amansız savaşlarda yenildiğimiz de olmuştur yendiğimiz de… Fakat zaferlerimizin sayısı hezimetlerimizden çok fazladır. Günümüzde Köprübaşı ilçesinin Harmantepe Yaylası’ndaki şehitlik, Türk-Rus savaşlarına şahitlik etmektedir. Bu şehitlikteki eski bir levha bu mücadeleyi şöyle anlatıyor:

“26 Haziran 1916’da Türk kuvvetleri hücuma geçerek Ağaçbaşı Yaylasındaki Rus kuvvetlerini Soğuksu’ya çekilmeye mecbur etti. 29 Haziran 1916’da Harmantepe Kabanbaşı hattında 36 saat süren muharebelerde 60. alayımız topçu atışı ve süngü hücumu ile Rus kuvvetlerini perişan ederek Avulota kadar püskürttü. Bu çatışmalarda 60. Alay 7 zabıt, 150 nefer zayiat verdi. 15 Temmuzda Bayburt Ruslar tarafından işgal edildiği için Türk kuvvetlerine geri çekilme emri verildi. Türk kuvvetleri Harmantepe’yi şehit Bayram Çavuş ve arkadaşlarına emanet ederek çekilirken tepeyi Bayramtepe olarak selamladılar.”

Burada ifade edilenlerden öğrendiğimize göre bu tepede tüyler ürpertici savaşlar olmuştur. Kuş uçmaz, kervan geçmez bu dağlarda askerlerin naraları yeri göğü tutmuştur. Vatanımıza tasallut eden Ruslar, Türk askerinin gösterdiği mücadele azmi ve ölme hevesi karşısında küçük dillerini yutmuşlardır. Zira onlarda vatan sevgisinden ziyade maddiyat ve paranın hükmü geçerlidir. Oysa Türklerde vatan sevgisi her şeyin üzerinde bir değerdir. Vaktiyle Harmantepe Şehitleri’nin destanlaşan mücadelesini “Harmantepe Şehitlerine” adlı şiirimde şöyle dile getirerek manevi sorumluluğumu bir nebze de olsa üzerimden atmıştım:

“Dağların kucağında uyuyan yiğit erler
Mübarek kanınızla vatanlaştı bu yerler

Harmantepe şahittir şaşalı zaferine
Ne dünyalar sığdırdın gözlerinin ferine

Bir elde kutsal kitap öbür elinde kılıç
Mukaddesattan aldın savaşacak onca güç

Hilalin hatırına canınızdan geçtiniz
Hayat karşılığında sonsuzluğu seçtiniz

Teslim olurken Hakk’a kırpmadın gözlerini
Altın yaldızla yazsak mübarek sözlerini

Sonsuzluğa kanatlan yüce dağ başlarında
Acı var annelerin süzülen yaşlarında

Rüzgâr hatıran için gece gün söyler ağıt
Şehidim efkârlanma, arşa gülücük dağıt

Bu ıssız tepelerde sevdiklerinden ırak
Düşlerini zamanın sağanağına bırak

Alır mı mermer taşlar teninin ateşini?
Çoktandır arş-ı âlâ görmedi bir eşini

Ey dağları inleten gür sedalı askerim!...
Tecelli eyler sana rahman, rahim, hak, kerim

Ey ufkun ötesinde huzura eren yiğit!...
Nöbette bekleyenler olmak istiyor şehit

Ey umudun çağrısı, hakikatin gür sesi!...
Gökte yankılanacak zaferinin bestesi

Dönmediler geriye önden giden atlılar
Bu dünyada çilekeş, orda saltanatlılar

Silah kuşanan erler söylüyor türkünüzü
Yaşatıyor bu millet mukaddes ülkünüzü

Ölüm size yakıştı bir gülün kucağında
Kanla destan yazdınız peygamber ocağında”

Ne mutlu vatan aşkıyla cepheye koşup yüce Allah’ın üstün kıldığı şehitlik mertebesine erişenlere… Hayatımız bir şekilde sona erecek, hepimiz bu fani hayattan çekileceğiz. Kimileri ibadetlerini hakkıyla yerine getirdiği için galip dönecek geriye, kimileri de dünyanın şatafatına aldandığı için amel heybesinde bir şey götüremeyecek Hak’ın huzuruna… Onlar da şüphesiz ki mağlup ayrılacaktır dünya denen imtihan sahasından. Rabbimiz şehitleri öve öve bitiremiyor. Onlara özel bir muamelede bulunacağını ayetlerinde zikrediyor. Şu ayet her şeyi ortaya koyacak açıklıktadır: “Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Ancak (savaş) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.” (Hac Suresi, 58)

Her dönemde iman ve küfür vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Bu içerde ve dışarıda da aynıdır. Uluslararası arenada dostumuz az, düşmanımız çoktur. Gerçi ülkelerarası ilişkilerde salt dostluklar yoktur, çıkar ilişkileri vardır. Ötesi yalan ve hileden ibarettir. Sözlerimi bitirirken, tenha tepelerde ve dağ yamaçlarında ölerek şehitlik mertebesine yükselen Harmantepe Şehitlerini bir kere daha rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Ruhları şad olsun.

Köprübaşı'nın Büyük Değerlerinden: Hafız Cemal Uzun

M.NİHAT MALKOÇ

İnsanlar bu dünyanın neyine aldanırlar da hiç ölmeyecekmiş gibi gece gündüz para ve mal yığarlar. Tamam, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışın” hadisini biliriz. Fakat onun devamı niteliğindeki “Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışın” hadisini de aklımızdan çıkarmayız. Ölümle kalımın istim üstünde olduğu bu âlemde insanların mal, para ve evlatlarıyla övünüp böbürlenmelerine hiçbir mana veremiyorum. Her gün yüzlerce insan hicret ediyor. Nereye mi? Nereye olacak; beka yurduna!...Etrafımıza hiç mi bakmıyoruz? Nice insanlar geçip gitti bu zeminden… Bizler baki mi kalacağız?

Hacısı, hocası, zengini fakiri, akıllısı, ahmağı günü gelince bir parçacık kefene sarılıp gidiyor. Giden dönmüyor. Kimsenin yanında bir şey götürdüğü de yok. İyi amellerin dışında her şeyi burada bırakıyoruz. E öyleyse nedir bu dünya telaşımız, doyumsuzluğumuz, tamahkârlığımız?...İşte Köprübaşı’nın en büyük manevi dinamiklerinden Hacı Hafız Cemal Uzun da aramızdan ayrıldı. Fena yurdundan beka yurduna gitmek üzere uzun yolculuğa çıktı. Allah ona bu uzun yolculuğunda amellerini yoldaş eylesin. Yolu nurlarla döşensin.

Trabzon’un Köprübaşı ilçesinin tanınmış hocalarından Hafız Cemal Uzun’u 08 Temmuz 2007 tarihinde kaybettik. Köprübaşı halkı tarafından çok sevilen, değer verilen, saygı duyulan ve ilmine güvenilen muhterem bir hocaydı o…Hoca çok uzun ve bereketli bir ömür yaşadı. O, bir asırlık görkemli bir çınardı. Yaşı yüzü aşmıştı bu değerli büyüğümüzün.

Hafız Cemal Hoca’yı yakinen tanır, muhabbetinden istifade ederdim. Kendisi annemle akrabaydılar. Annemin büyük ninesiyle onun büyük ninesi kardeşmiş herhalde. Onun için anneme ve bana çok değer verirdi. Soyadlarımız aynı olmasa da sürekli akraba olduğumuzu hatırlatırdı. Bir zaman elinde bir deste parayla evimize geldiğini dün gibi hatırlarım. Paraları anneme uzatarak şöyle demişti: “Senin anneannenle benimki çok yakın akrabaydılar. Sizin hakkınız var bizim topraklarda. Anneannen hakkını almamış bizden. Bu parayı da onun için size getirdim. Bu parayı al da helalleşelim.” Annem parayı almamakta ne kadar ısrar ettiyse, o da vermekte o kadar ısrar etti. Sonuçta annem paranın yarısını almak zorunda kaldı. Bu devirde böyle bir şey gördünüz mü hiç? Adam elinde parayla gelecek sizin aklınızın ucunda bile olmayan miras hakkınızı size hatırlatıp ödeyecek, hatta ısrar edecek. İşte böyle bir insandı muhterem Hafız Cemal Hocaefendi!...Nurlar içinde yatsın… Mekânı cennet olsun.

Kendisi cinlerle yakın ilişkileri olan, onlarla diyalog kuran farklı, esrarengiz bir insandı. Cinlere istediğini yaptırma kuvvetine ve kudretine sahipti. Manevi hastalıklarda kendisine başvurulurdu. Nefesi etkili bir insandı. Nice ruh hastaları onun vasıtasıyla şifa bulmuştur. Şifa bulan hastaların ettiği dualar muhtemelen onun sevap hanesini doldurmuştur.

Yakın zaman evvel aramızdan ayrılan Hafız Cemal Efendi, kendini insanların hayrına adamıştı. Onun kapısına gelip de eli boş dönen olmazdı. Nice insan onun sayesinde psikolojik bunalımların, boşanmaların, kavgaların ve geçimsizliklerin eşiğinden dönmüştür. Onun yazdığı muskalar, insanları uçurumun eşiğinden geri döndürmüştür. Buna modern tıpçılar ne der bilmem ama bu muskalardan fayda görmeyen insan sayısı azdır. Bu belki telkin ve inanç meselesidir. Fakat bir hakikat var ki bunlar pek çok kişiye şifa kaynağı olmuştur.

Bazı hocalar vardır ki ellerindeki cinleri insanların şerri için kullanırlar. Onlar eşlerin ve insanların arasını bozmak için muska da yazarlar. Fakat merhum Cemal Hoca, bu insanlardan değildi. Müminin cemali Hakk’ı hatırlatır. Onun yüzüne bakan da Allah’ı hatırlardı. Muska yazma ilmini hiçbir zaman başkalarının kötülüğü için kullanmamıştır. Kendisine bu hususta teklifler gelmiştir muhakkak, hatta yüklü miktarlarda paralar verilmek istenmiştir, lakin bu konuda ikna edilememiştir. Çünkü o insanların hayrına ve iyiliğine çalışan bir hocaydı. Öteki dünyada büyük hesabın görüleceğini en iyi bilenlerden ve o doğrultuda hayatını tanzim edenlerden biriydi. Ölüme hazırlıklı yaşamanın lüzumuna inanırdı.

O mütedeyyin bir insandı. Kur’an-ı Kerim elinden inmezdi. Gece gün demeden küçücük odasında Kur’an tilavet ederdi. Odası insanlarla dolup taşardı. Misafirinin olmadığı zamanlar pek azdı. Onu sadece Köprübaşılılar, Sürmeneliler, Trabzonlular tanımazdı. Namını duyan pek çok insan, mesafeleri engel olarak görmez, yurdun en ücra köşesinden kalkıp yanına gelirdi. Onun tesirli nefesinden ve manevi ilminden istifade ederlerdi. Cinlerle insanlar arasında bir çeşit köprü vazifesi görürdü. İnsanların, kötü cinlerin şerrinden korunması için iyi cinleri vasıta kılardı. Cinlerin dilini ve halini bilirdi. Pek çok cine sahipti. Onlar onun bir çeşit hizmetkârıydı. Bunu kendisi de bizzat ifade ederdi, fakat ayrıntılara girmekten sakınırdı.

Çok saygın bir insandı Cemal Hoca… Hayır işerini çok severdi. Sıhhatli olduğu yıllarda köyün sularını o, gönüllü olarak tamir ederdi, hiçbir ücret almazdı. Hayrettin adında özürlü bir oğlu vardı. Hayrettin’in gözleri görmezdi. Fakat Allah’ın hikmetidir ki pek çok şeyi bir çırpıda bilirdi. Kocakarı aylarını, Ramazana, Kurbana ne kadar kaldığını, miladi gün ve ayları anında söylerdi. Çok ustaca maniler koşardı. Sürekli yük taşırdı dağlardan. Fakat Hakk’ı zikretmekten hiçbir zaman geri durmazdı. Sefil olmasına rağmen halk tarafından çok sevilirdi. Hafız Cemal Hoca, uzun yıllar bu özürlü oğluyla ve muhterem eşiyle yaşadı. Eşi bundan birkaç yıl evvel ölmüştü. Hoca, son senelerini yalnız başına yaşadı. Yaşı yüzü devirmişti. Fakat dinçti, hafızası yerindeydi. Yataklara düşmeden, kimseye muhtaç olmadan yaşadı, öylece öldü. Son nefsine kadar ibadetlerini büyük bir huşu ve huzur içerisinde yerine getirdi. O, şimdi çok sevdiği ve onun için gece gün taat içerisinde yaşadığı Rabbine kavuştu.

Hafız Cemal’in aramızdan ayrılması bizleri, bütün Köprübaşılıları çok üzdü. Sanki babamızı kaybetmiş gibi mahzun olduk. Şimdi manevi marazlarda kimin kapısına dayanacak Köprübaşı insanı? Onun boşluğu öyle kolayca dolacak gibi değil. Çünkü manevi ilimlerde kendisinden el alan bir varisi yoktu. Bütün bilgilerini ve sırlarını beraberinde götürdü, toprağa gömdü. Köprübaşı büyük bir âlimini, dost yüzlüsünü, merhamet abidesini kaybetti. Cenazesindeki kalabalık onun ne kadar sevildiğinin işaretiydi. Allah rahmet eylesin

Memleketim...Memleketim....Âh Memleketim...


M.NİHAT MALKOÇ

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Şimdi senden çok uzaklarda sıla hasretiyle tutuşuyor bütün uzuvlarım… Hücrelerime kadar değiyor katmerleşen özlemin. Sana kavuşmayı en büyük hedef tayin ettim kendime. Senden uzakta ölmek herhalde ölümlerin en kötüsü olur benim için. Ninemin dizinin dibinde dinlediğim masallar, annemin ninnileri, âşıkların uzaktan uzağa yaktığı hasret türküleri ruhumun derinliklerinde yankılanıyor. Rüyama giriyor yemyeşil çay bahçelerin, fındık dalların, mısır tarlaların… Evimizin önündeki armut ağacında toplanan kuşların cıvıltıları aklımdan ve kulaklarımdan gitmiyor. Burada ne armut ağacı var, ne de kuş cıvıltıları… Baharın o doyumsuz kokusunu özlüyor ciğerlerim.

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Karlı dağlarındaki beyazlığı burada ancak bir gelinin duvağında görebiliyorum. Gözelerinden akan sular, hayallerimi süslüyor. Burada musluklardan akan, her ne kadar sıvı olsa da, bildiğimiz berrak su değil. Aynı gök kubbenin altında olsak da, memleket havasını arasanız da bulamazsınız bu kör beldede… Size sunulanla yetinmek mecburiyetindesiniz. Buralarda memkeletimdeki doğallığı ve saflığı arayanlar beyhude uğraşır.

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Yüce dağ başlarında kurulan kekik kokulu yaylalarını özledim. Bulutlarla sarmaş dolaş olan dağlarını gözümde büyüttükçe büyütüyorum, öyle ki hayallerimi aşıyorlar. Pırıl pırıl ve şırıl şırıl akan derelerin sesi kulaklarımdan gitmiyor. O derelerde avladığımız balıklar hiç unutulur mu? Ya suların önünü taşlarla, kum ve çakıllarda keserek yaptığımız derme çatma göller… Yüzmek için mayo ne gezer bizde… Ya pijamayla, ya da donla girerdik suya… Yaşı çok küçük olanlar anadan doğma girerdi göllere. Yoksulluk bükerdi belimizi… Fakat mutluyduk, gururluyduk yine de… Onurumuzu taşımasını bilirdik. Ayağımızda kara lastiklerle dere boyu balıkları gözlerdik. Kayaların altına elimizi sokar, kendimiz koymuş gibi çıkarır alırdık akşamları rızkımız olacak balıkları. Değmeyin ondan sonraki keyfimize…

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Yemyeşil tabiatın, masmavi denizin ve gökyüzünle emsalsizsin. Boy boy ağaçların, buz gibi suların, capcanlı insanların; muhteşem dekorunun ayrılmaz parçalarıdır. Benim memleketimin insanı küçük şeylerden mutlu olmasını bilir, gülümsemek, hatta kahkaha atmak için çok büyük sebepleri aracı etmeyi beklemez. Kıpır kıpırdır güzel beldemin güzel insanları… Kadınlarımız taşıdıkları yükün altında görülmezler. Zira yükün kabalığı ve ağırlığı kadını görünmez kılar. Yine de yaşadığı hayattan zevk almaya, beyine güler yüzlü görünmeye çalışır. Zor şartlarda, alın terini su gibi akıtarak adeta taştan çıkarırlar ekmeğini. Bütün ezilmişliğine, unutulmuşluğuna, göz ardı edilmişliğine rağmen vatanını, milletini ve başındakileri sever yine de… Saygı ve hürmette kusur etmez hiçbir zaman…

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Burada ekmeğimiz, aşımız gurbet kokar. Her fotoğraf karesi bizi yıllar evveline götürür. İster istemez kirpiklerimiz ıslanır. Çok uzaklardan peştamallı, keşanlı fotoğraflarla bize gülümseyen annelerimiz, bacılarımız ve vefakâr eşlerimiz; içimizdeki hasret yükünü iyice ağırlaştırır, adeta kurşundan bir yük biner gövdemize. Sevdalar da seviyeli yaşanır benim güzel memleketimde. Aşkların da bir asaleti, gizliliği ve seviyesi vardır. Bir kere âşık olundu mu evliliğe varır işin sonu. Gönül eğlendirme, her çiçekten bal alma hoş görülmez.

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Türkülerin, horonların, ağıtların, düğünlerin, kına gecelerin, imecelerin unutulur mu hiç?...Fındık ve çay bahçeleri panayır yerine dönerdi. Çalışmak eğlenceye dönüşürdü. Hepimiz gül gibi geçinir giderdik. Ya karayemişlerin, incirlerin, kirazların unutulur mu? Ne diyeyim, evlatların gurbet ellerde senin kucağında son nefeslerini vermek için can atıyorlar.

Futbolun Efendisi: Fatih Tekke





M.NİHAT MALKOÇ


İnsanları birbirinden ayıran en önemli olgu kişiliktir. Kişilik davranış biçimlerinin bütünü ve hayata bakış açısının hareketlere dökülmüş kalıbıdır. Kişiliğin gelişmesinde yaşanılan toplumun ve ailenin tesiri büyüktür. Okuduklarımız ve arkadaşlarımız da şahsiyetimizin oluşmasında etkilidir. Karmaşık ilişkilerin ürünüdür kişilik… Kişiliğin önemiyle ilgili olarak yaşanmış bir hikâye anlatılır:

“Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir ‘1’ rakamı çiziyor. ‘Bakın’ diyor. ‘Bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…’ Sonra ‘1’ in yanına bir ‘0’ koyuyor: ‘Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik ‘1’ i ‘10’ yapar.’ Bir ‘0’ daha… ‘Bu tecrübedir. ‘10’ iken ‘100’ olursunuz.’ Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek, disiplin, sevgi... Eklenen her yeni ‘0’ ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki ‘1’ i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor ve hoca yorumu patlatıyor: ‘Kişiliğiniz yoksa öbürleri hiçtir.’

Bu yaşanmış anekdotta(hikâyecik) da belirtildiği üzere kişilik bütün başarıların önünde yer alması gereken bir olgudur. Bir insanın kişiliği bozuksa onun elde ettiği başarılara da ehemmiyet verilmemelidir. Çünkü başarılar geçici olduğu halde kişilik kalıcıdır. Hafızlara kazınan ahlâkî yanlarımızdır. Bu yazımda sizlere her bakımdan bir kişilik abidesi olarak gördüğüm futbolun efendisi Fatih Tekke’den söz edeceğim.

Fatih Tekke, 9 Eylül 1977 tarihinde Trabzon’un Köprübaşı ilçesinde doğdu. Ben de aynı ilçeden olduğum için kendisine büyük sevgim ve sempatim vardır. Çok erken yaşta Trabzonspor A takımına yükselen Fatih Tekke, tecrübesizliği ve sinirli kişiliği yüzünden Altay’a kiralandı. Altay’da futbol hayatını sürdürürken ayağı kırıldı, fakat genç olduğu için çabuk düzeldi. Trabzonspor’a geri döndüyse de yararlı olamayacağı düşünülerek Gaziantep’e gönderildi. Buradan 2002–2003 sezonunda Trabzonspor’a geri döndü, bu dönemden itibaren takımın en önemli gol silahı oldu ve Trabzonspor’un kaptanlığını üstlendi. Takıma katılmasıyla Trabzonspor bir çıkış yakaladı ve iki Türkiye Kupası’yla birlikte iki lig ikinciliği kazandı. Ayrıca 2004–2005 sezonunda 31 golle gol kralı oldu. Fatih Tekke, Türk Milli Futbol Takımı formasını da giymektedir. Milli Takımımızın beş yüzüncü golünü atma şerefi de kendisine nasip oldu. İstatistikî açıdan bakılınca tarihe not düştü.

Fatih Tekke’nin hayatı futboldan ibaret değil… Ailesine çok düşkün olan Fatih, fırsat buldukça kitap okumayı ihmal etmiyor. Kamplarda dinlenirken bile kitapları elinden düşürmüyor. O kendini geliştiren ve yenileyen bir yapıya sahip… Tarihe oldukça meraklı… Osmanlı tarihini, peygamberlerin hayatını, sahabe hayatını, yakın tarih ile ilgili bir sürü kitap okuduğunu belirtiyor. En güzel hediye olarak kitabı görüyor ve dostlarının kendisine pahalı şeyler değil, kitap hediye etmesini istiyor. Yazdıklarına çok inandığı isimlerin başında ise Ahmet Kabaklı ile Necip Fazıl Kısakürek geliyor. Bunun yanında Oktay Sinanoğlu ve Soner Yalçın’ın kitaplarını da okuyor. Kendisine kitapların penceresinden baktığımızda futbolcularda ender görülen bir okuma aşkıyla dolu olduğunu görüyoruz.

Trabzonspor’un yetiştirdiği bu değerli futbolcu, inanç bakımından da bizim özelliklerimizi fazlasıyla taşıyor. Çünkü o her şeyden evvel çok inançlı ve vatansever bir yapıya sahiptir. İbadetlerini iyi bir Müslüman imajının gerektirdiği şekilde yerine getiriyor. İyi bir evlat ve iyi bir aile babasıdır. Düzenli bir aile yaşantısı vardır. Çok gayretli ve azimli bir yapıya sahiptir. Bugün zirvedeyse bunu bu karakteristik özelliklerine borçludur.

Fatih Tekke, bu şehrin(Trabzon’un) evladı olduğu için hep takımının menfaatlerini ön planda düşündü. Bunu son transferinde de bizzat gördük. Değişik dünya takımları tarafından istenmesine rağmen takımına en büyük maddî katkısı sağlayan bir Rus takımına, Zenit. St. Petersburg’a transfer oldu. Bu transfer neticesinde Trabzonspor’a yedi buçuk milyon euro(yuro) gibi astronomik bir para girdisi sağladı. Oysa Zenit dünya sıralamalarında olmayan bir takımdı. Bu takım Fatih’e fazla bir değer katamazdı. Fakat o bugüne kadar bir Türk futbolcusuna verilen en büyük transfer ücretini eski takımına kazandırdı. Bu para Trabzonspor’un canlanmasına ve maddî açıdan rahatlamasına sebep oldu. Kaptan Fatih yine yapacağını yaptı ve giderayak gemisini kurtardı.

O şimdi Rusya’da Türk futbolunu en iyi şekilde temsil ediyor. Zenit St. Petersburg takımında gollerini sıralıyor. Bu arada Trabzonspor kendi değerlerini çiğneyerek yabancılardan medet umuyor. Fatih’in takımdan gitmesinden sonra Trabzonspor tarihte örneği görülmemiş bir biçimde ligin dibine demir attı. Bakalım kimlerin doğruları isabet kaydedecek. Ömrümüz olursa yaşayıp göreceğiz. Fatih’e, sevgili hemşehrime Rusya’da da üstün başarılar diliyorum. O orada da başaracaktır. Allah yâr ve yardımcısı olsun.

Trabzonlu İşadamı İsmail Balcı ve Kanal Mavi Üzerine...

M.NİHAT MALKOÇ

Ülkemiz mevcut değerlerini ve değerlilerini bir türlü layık oldukları noktaya taşıyamıyor. Bu ülkede doğup büyüyen girişimci insanlar, belli bir zaman sonra Avrupa’ya veya başka ülkelere gidiyorlar. Çünkü bu insanlara yatırım imkânları sağlayamıyoruz. Kanunlarımız girişimcilerin işlerini kolaylaştıracak yerde, iyice zorlaştırıp içinden çıkılmaz hale getiriyor. Durum böyle olunca bu kıymetli insanları Batı ülkelerine kaptırıyoruz.
Cesur, üretken, girişimci insanlar yatağıdır Trabzon… Bu şehirde doğup başka ülkelerde iş yapıp doyan insanların sayısı hiç de az değildir. Trabzon kökenli olup da dünyanın değişik yerlerinde başarılı işler yapan insanlar vardır. Bunlardan birisi de Trabzon’un Köprübaşı ilçesinden çıkıp Almanya’da iş yapan, fabrika kuran İsmail Balcı’dır. Köprübaşı’nın Fidanlı köyünde doğup yurt dışına açılan Balcı, bugün gıptayla bakılacak noktalara gelen başarılı bir iş adamıdır. Balcı uzun yıllar Trabzonspor’un Almanya temsilciliğini de yapmıştır. Türkiye’den işçi olarak Avrupa’ya giden ve orada işveren olan bu gibi isimler bizleri gururlandırıyor. Onların yeni başarı haberlerini dört gözle bekliyoruz.
Trabzon’da yerel yayın yapan Kanal Mavi adlı televizyonun sahibi de Köprübaşı kökenli başarılı işadamı İsmail Balcı’dır. Kanal Mavi Trabzon’da kurulan ikinci yerel kanal özelliğini taşımaktadır. Trabzon’un yüzde 70’ine ulaşan bu kanal, daha çok müzik yayını yapmakla birlikte yerel programlara, spora ve haberlere geniş yer ayırmaktadır. Kanal Mavi, hazırladığı internet sitesiyle Trabzon’da sanal ortamdan ilk kez 24 saat canlı yayın yapan televizyon özelliğine sahip olmuştur. Kanal Mavi Trabzon’da sevilerek seyrediliyor. Kanalın 17 çalışanı var. Bundan da anlaşılıyor ki İsmail Balcı 17 kişiye iş vermiş, onları aş sahibi yapmıştır. Trabzon gibi işsizliğin hat safhaya vardığı bir şehirde bu alkışlanacak davranıştır.
Trabzon bir futbol şehridir. Bu şehirde küçüklü büyüklü onlarca kulüp vardır. Şüphesiz ki bunlardan en büyüğü Trabzonspor’dur. İkinci lig B kategorisinde Akçaabat Sebatspor, Arsinspor, Araklıspor, Değirmenderespor bulunmaktadır. Buna 3. ligdeki Ofspor’la Sürmenespor’u eklersek takım sayısı yediye çıkar. Amatör takımlar da büyük bir yekûn tutmaktadır. Böyle bir şehirde yerel yayın yapan kanalların başta gelen konusu elbette futboldur. Başta Kanal Mavi olmak üzere Trabzon’daki bütün yerel kanallar da ekranlarını futbolla doldurmaktadırlar. Fakat Kanal Mavi’nin futbol programlarının daha zengin içerikli olduğunu düşünüyorum. Bu şehrin içinden çıkan, bu kentin takımlarını çok iyi tanıyan futbol yazarları ve otoriteleri, hazırladıkları futbol programlarında takımları masaya yatırıp tarafsız, tutarlı ve bilgilendirici yorumlarıyla seyircilerin futbol zevkini beslemektedirler.
Trabzon bir spor kenti olduğu gibi bir siyaset kentidir de… Bu şehirdeki insanların derin sayılabilecek bir siyaset kültürü vardır. Bu şehrin ekmeğini yemiş, suyunu içmiş kişilerin mühim bir kısmı Ankara’da ve diğer şehirlerde önemli makam ve mevkilerde ülkeye hizmet etmektedirler. Onun içindir ki Trabzonlular sadece futbola değil, siyasete de meraklıdırlar. Kanal Mavi bunu dikkate alarak kaliteli siyaset programlarına yer vermektedir.
Trabzon’un futbol ve siyasetin yoğun yaşandığı bir yer olduğunu söyledik. Fakat bu şehir aynı zamanda bir kültür, sanat ve edebiyat şehridir de… Fakat yerel televizyon kanalları bunu nedense hep göz ardı etmektedir. Kanal Mavi de bunların içindedir. Oysa şehirler kültür, sanat ve edebiyatla vardır. Kanal Mavi’nin bu alana daha çok eğilmesi en büyük isteğimizdir.
Trabzon; siyasette, güncel olaylarda ve sporda yaşanan bütün yeni gelişmeleri, ilk önce Kanal Mavi’den öğrenmektedir. Son zamanlarda aldığımız bilgilere göre Kanal Mavi hedef büyütmektedir. Gündüz ve akşam kuşağı programlarıyla, kültür, sanat ve ekonomide de gündemi elinde tutan Kanal Mavi, Trabzon dışında yaşayan gurbetçilerimizin kentteki gelişmeleri yakından takip edebilmeleri için uydu çalışmasına başlamıştır. “Yerel televizyondan daha fazlası...” sloganıyla yola çıkan Kanal Mavi’nin sürdürdüğü uydu çalışması, son aşamaya gelmiştir. Umarım Kanal Mavi’nin bu güzel hedefi gerçekleşir.

Köprübaşı-Beşköy Dostluğu ve Kardeşliği

M.NİHAT MALKOÇ


İnsanlar el ele, gönül gönüle verdiklerinde zor gibi görünen işleri de rahatlıkla yapabilirler. Yeter ki birlik ve beraberlik olsun. Ülkeleri ve cemiyetleri ayakta tutan birlik ve beraberlik çimentosudur. Düşman milletlerin ilk planda yaptığı şey, hedeflerindeki ülke halklarını birbirine düşürmektir. Bu da sanıldığından daha kolaydır. Dostluk ve kardeşlik emek ve fedakârlık istese de, kargaşa ve fitne koşarak gelir bize. Onun içindir ki sabırsız ve tahammülsüz toplumlarda şiddet ve nefret daima pirim yapmaktadır.

Ülke olarak birlik ve beraberliğe, menfaate dayanmayan dostluklara her zaman çok ihtiyacımız vardır. Bunu yerel ölçülerde de düşünebiliriz. Nedir bu kin, nefret ve kavga?… Neyi paylaşamıyor insanlık? Yunus’un dediği gibi “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan...” Kim ne derse desin hayatın gerçeği dünyanın kuruluşundan beri bundan ibarettir. Son yıllarda iller arasındaki çekemezlikler ilçe seviyesine, hatta belde boyutuna düşmüştür. Köyler arasında bile husumetler sürüp gitmektedir. Bunlar şık şeyler değildir. Kaba kuvvetle meseleler çözülemez. Bütün kavgalar, kin ve nefretler yürekte birikmiş zehirlerin dışavurumudur. Bunlar ancak sevgi panzehiriyle yok edilebilirler. “Ateşe körükle gidilmez” demiş eskilerimiz. Fakat günümüzde bazı kesimler ateşe körükle giderek, onu daha da şiddetlendiriyorlar.

Trabzon’un Köprübaşı ilçesinin tek beldesi vardır. O da adından da anlaşılacağı gibi beş köyün bir araya gelmesiyle vücut bulan Beşköy beldesidir. Bu belde henüz oluşmadan evvel şiddetli bir sel baskını yaşadı. Ellinin üzerinde insanımız sel sularına karışarak hayatını kaybetti. Bunların çoğunun cesedine bile ulaşılamadı. Bu felaket esnasında Köprübaşılılar tam bir seferberlik ruhuyla Beşköylülerin yardımına koştular. Bir zamanlar birbirine rakip ve üvey kardeşler gibi gösterilmeye çalışılan bu yörenin insanları, gerçek dostluğu ve kardeşliği fazlasıyla gösterdiler. Olması gereken de buydu zaten. Bizler birkaç fitne fesatçının peşine takılıp gelecekte hiç de hoş sonuçlar doğurmayacak maceraların arkasından sürüklenebiliyoruz. İnsan aklını kullanarak doğrulara varabilir. Doğrular da kişiye göre değişmez. Bütün toplumlarda doğrular birdir aslında… Zira aklın yolu birdir.

Bir zamanlar Köprübaşı ile onun ayrılmaz bir parçası olan Beşköy(Mezirealtı)’ü husumet içerisinde göstermeye çalıştılar. Bunu yapanların belli çıkarları ve planları vardır elbette. Fakat bir türlü halkların dostluğunu ve kardeşliğini engelleyemediler. Bu yörelerin insanları birbiriyle alışveriş yaptı, kız aldı, kız verdi. Yaylada, ovada, köyde komşuluk yaptı. Gül gibi geçinip gittiler. Beşköy’deki halkın Rumca konuşması bile farklı şekillerde yorumlanmaya çalışıldı. Oysa bu bir kültürel zenginlikten başka bir şey değildi.

Beşköy, sel felaketinden önce bir hayli gelişmiş ve toparlanmış bir yerleşim yeriydi. Bir akşam vakti gelen azgın sular burada dikili ağaç bırakmadı. Evler ve insanlar sulara karıştı. Bu felaket sanki belde halkının bitişinin resmiydi. Dört tarafı yemyeşil olan, bu haliyle bir kartpostalı andıran bu topraklar şimdi kaderine ağlıyor. Çünkü Beşköy sel felaketinden sonra en az bir asır geriye gitti. Şimdi burada yaşayanlar yarınlarından umutsuzdur. Selden sonra imkânı olanlar buradan ayrılarak başka yerlerde yeni bir düzen kurmaya çalıştılar. Tabii ki aileler parçalandı. Kıt imkânlar pek çok trajedilerin müsebbibi oldu. Fakat son derece dindar, sabırlı ve kanaatkâr olan yöre halkı asla isyan etmedi.

Köprübaşı’nda okuduğumuz yıllarda Beşköy’den pek çok dostlarımız oldu. Hepsi de ahlaklı ve güvenilir insanlardı. Bazı kesimlerin bu iki yöre arasındaki dostluğa ve kardeşliğe kin ve nefret dinamiti koyma girişimleri çok şükür ki sonuçsuz kaldı. Bugün Köprübaşı açsa, Beşköy tokluğuna sevinemez; Beşköy açsa Köprübaşı rahat uyuyamaz. Çok şükür ki bugün bu kardeşlik ve dostluk havası oluşturulmuştur. Bizler Köprübaşılılar olarak Beşköylüleri çok seviyoruz. Onların da ilçeleri olan Köprübaşı’nı ve buranın halkını sevdiklerini biliyorum. Bizler bir tavanın balığıyız. Aramızda ayrılık gayrılık yoktur. Aynı bedenin farklı uzuvlarıyız.